Üç yıl önce İstanbul. Beykoz Dereseki köyünde yavru bir köpek, 70 metre derinliğindeki sondaj kuyusuna düştü. 10 gün uğraşıp kameralar eşliğinde …
Üç yıl önce İstanbul. Beykoz Dereseki köyünde yavru bir köpek, 70 metre derinliğindeki sondaj kuyusuna düştü. 10 gün uğraşıp kameralar eşliğinde çıkardılar, bula bula köpeğe “Kuyu” adını buldular!
Kuyunun içinden çıkmak gibi, kadına yönelik şiddetin içinden de çıkılamadığı gibi bir de bunu önlemeye yönelik önemli bir düzenleme, “İstanbul Sözleşmesi’nden nasıl çıkılır”ın planları yapılıyor!
İşte bu ortamda bir “avcı” öldürmelere doyamadan öyle bir can aldı ki Pınar Gültekin’in vahşice katledilmesine bütün Türkiye yine ayağa kalktı. Sözleşme iptali, şiddeti daha ne kadar azdırabilir tartışması, biz ne ara böyle olduk diye sordururken toplumun ana şalterleri dizi ve TV ile indiriliyor.
Yıllardır bu topluma, “Sen Anlat Karadeniz” ile on altı yaşındayken kapatıldığı evden sürekli kaçan ve yakalanan Nefes; “Karagül” ile Kendal’ın aileye zulmü, cinayetler izlettirildi.
KADIN VE KIZ ÇOCUKLARI
Neden bu kuyudan çıkamıyoruz? Geçen sezon (2019) Emin Alper yönetmenliğinde vizyona giren “Kız Kardeşler” gerek sinematografik, gerek sanatsal ve oyunculuk anlamında doyuruculuğun şahika noktasıydı. Mesele çok önemliydi, kadın ve kız çocukları, bastırılmış cinsellikten özgür olabilme, taşrayı aşabilme ve “besleme” kimliğinden çıkabilme. Kadının bu kadar aşağılandığı, değersizleştirilip şiddet olaylarının öznesi olması nefes aldırmaz boyutlara ulaşırken malum “Kuyu”dan (Metin Erksan, 1968) Fatma Girik’le yola çıktık.
1973 Fevzi Tuna yönetmenliğinde yine Fatma Girik, peşine dadanan adamlarla uğraşır. 1983’te Doğu’da ebe olan Hülya Koçyiğit’e, Altın Portakal ödülünü getiren, Tarık Akan ile Derman ise erkek kanun kaçağı Şehmuz’dur. Her kadın, “Vurun Kahpeye” midir? Yoksa 2018 yapımı Guillaume Giovanetti ve Çağla Zencirci yönetiminde; çocukluğu nedeni ile hastalık geçiren ve konuşma yetisini kaybettiği için dışlanan Sibel mi?
Bir kolonya reklamı ile salt cinsel obje figürü olarak gösterilen Müjde Ar, Vasıf Öngören’in yazdığı Atıf Yılmaz’ın yönetiminde (1986) “Asiye Nasıl Kurtulur?” ile kurtulabilmiş midir?
YEŞİM USTAOĞLU VE ‘ARAF’…
2012, Yeşim Ustaoğlu filmi “Araf” ile 18 yaşındaki gün görmemiş köy kızı Zehra, gözünü açtığı erkek 38 yaşındaki şoför Mahur’un nasırlı ayaklarından, kendine bir külkedisi hayali kuramamıştı. Yeşim Ustaoğlu’nun usta kalemi ve yönetmenliğinde, insanı insan olduğundan hatta cinsellikten soğutan o acı dolu tuvalette bebeğini düşürmeye çalışan Zehra, bu ülkenin gerçeği değil midir?
Selvi Boylum Al Yazmalım (1977- Atıf Yılmaz) da aşkı katıksız yaşayan ve bedelini en ağır şekilde ödeyen kadın Türkan Şoray, 1983 yapımı, Atıf Yılmaz filmi “Mine” ile sıkışıp kaldığı hem eş hem kasabasından kurtulmuş mudur?
Burada, nefes alamıyorum diye çırpınan ve bu kadar bol malzeme ile demek ki Halide Edib Adıvar’ın (1884-1964), Kurtuluş Savaşı mücadelesinde yazdığı ve anlattığı, ilk kez 1923 yılında önce Akşam gazetesinde, sonra 1926 yılında basılan ve sinema perdesine tam üç kez -1949, 1964, 1973- gelerek hiçbir şey öğrenememişiz.
Geçmişe bakarsak Nene Hatun, Kara Fatma, Gördesli Makbule, Asker Saime Türk köylü kadınıydı. Savaştan sağ çıkabilenler ilk Meclis’te yer aldı. Kadın değer görendi. Değeri bilinen, Avrupa’ya eğitim görmeye giden ve yenilikleri kendi ülkesine taşıyan gönüllü elçiydi.
Demek ki bizim havaalanlarından bile adını silmek yerine Gazi Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyetin fabrika ayarlarına keskin, hızlı bir dönüş yapmamız gerekmekte. Yoksa işimiz dizilere kaldı ise örnek bol.
Aşk-ı Memnu, Yasak Elma gibi kadının değerini indirgeyen, dejenerasyona meyilli yayınlarla nereye kadar? Bu dönem sonunda girmesi beklenen ancak pandemi süresince durumu belirsizleşen Bergen filminin Kasım 2020 gibi vizyonda olması bekleniyor. Acıların kadını, önce kezzap ile bir gözünü, sonra eşi tarafından kurşunlanarak hayatını kaybetti. (1959-1989)
FATMAGÜL’ÜN SUÇU NE?
“Fatmagül’ün Suçu” nasıl örtüldü ise toplumun temel değerleri, otorite erk sahipleri tarafından akıl ve eğitim ile tamamlanmadıkça bu iş zor gözüküyor. Ve her gün teşvik edilen bu düzen ile 2015 yılında bir minibüste cinsel saldırıya uğrayan ve buna direndiği için öldürülen Özgecan Aslan için tweet atan Pınar Gültekin gibi “belki bir gün bizim de adımız bu tweet’e eklenecek” şeklinde ve artık maalesef onlar yok. Kadını suçlu olduğuna inandırırsan suçlu bir çocuk gibi köşede oturur.
Önce sesini çıkarmasını öğrenecek, “Susmuyoruz, Korkmuyoruz, İtaat Etmiyoruz” diye bağıran yüzlerce genç kadın gibi direnecek ve kendini koruyacak. Ve toplum bir olup erkeği de eğitecek. Çünkü bu şiddetle sadece kadın yok olmuyor, tüm insanlık yok oluyor!