Yazar Aydın Büke ile barok kültürü üzerine söyleştik. 17. yüzyılda Avrupa’yı sarmalayan barok kültürün belli başlı özelliklerini nasıl …
Yazar Aydın Büke ile barok kültürü üzerine söyleştik.
Barok sanat ince işçiliğin, detayın öne çıktığı bir dönem. Mimaride ve müzikte özellikle etkili oluyor. Sözcük Portekizce, kıvrımlı, düz olmayan, eğri büğrü inci anlamına geliyor ve bu sanatın en belirgin özelliği olan detay işçiliğinin öne çıkmasına vurgu yapıyor. Sözcük önceleri bir küçümseme olarak kullanılmış. Barok sanatta doğal olandan olabildiğince uzaklaşılır. İnsanların giyimi, saçlarındaki perukalar, mimari yapılar hepsi olabildiğince süslenmiştir. Sanat, özellikle de müzik kilisenin ya da soyluların himayesinde gelişmeye başlamış, sürecin sonunda (1700’lerin ortalarında) yavaş yavaş daha geniş kitlelere ulaşmayı başarmıştır. Müzikte operanın ortaya çıkması, çalgı müziğinde solist sanatçı kavramının filizlenmesi, din dışı müziğin hızla yayılmaya başlaması, nota basımının hız kazanması hep bu dönem içinde olmuştur.
KİLİSE VE SOYLULARIN ÇEKİŞMESİ
Barok dönemde sanatı destekleyen iki önemli kurum olarak karşımıza kilise ve soylular çıkıyor. Protestan başkaldırısı sonrasında yeniden eski günlerine dönmek isteyen Katolik kilisesi, sanatın kitleleri etkileme gücünden yararlanmak için sanatçıları destekleyen en önemli güçtü. Bunun yanında krallar ya da soylular kendi güçlerini gösterebilmek için yine sanatı ve sanatçıları maddi olanakları doğrultusunda destekliyorlardı. Büyük bahçeler içinde yapılan görkemli sarayların inşasında mimarlar tüm hünerlerini gösteriyor, bu saraylarda sıklıkla düzenlenen eğlencelerde müzisyenlere büyük görev düşüyordu. O dönemde sanatçıların önünde iki yol vardı: Ya kilisenin ya da soyluların hizmetinde çalışmak. Serbest çalışan bir sanatçıya rastlamak olanaksız gibiydi. Müzisyenleri göz önüne alarak söyleyecek olursak bu durum ancak 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra değişmeye başlayacak, 19. yüzyılda bu değişim hız kazanacaktı.
Barok sanatın bizim coğrafyamıza etkisi bildiğim kadarıyla biraz gecikmeli olarak mimari yapılarda ortaya çıkmış, Avrupa’daki saraylar ve diğer yapıların barok özellikleri 18. yüzyılın ortasından başlayarak camilerde ve saraylarda kendini göstermiştir. Batı çok sesli müziğinden tümüyle farklı bir gelişme gösteren Türk müziğinde böyle bir etkiden bahsedilemez. 1640-1712 yılları arasında yaşayan Itri, Bach’tan 45 yıl önce dünyaya gelmiş, tümüyle farklı bir müzik geleneğinin içinde yetişmiştir. Bu dönemdeki Türk müziğinde barok özelliklerden bahsedilemezken 17. yüzyıl Avrupalı bestecilerin yapıtlarında zaman zaman Türk müziği öğeleri kendini göstermeye başlamış, bu durum 1700’lerin sonuna hatta 1800’ler başına dek giderek artan bir şekilde sürmüştür.