Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yer alan karara göre, İstanbul Sarıyer’de yaşayan bir kişinin arazisine ilişkin 1938’de yapılan kadastro …
Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yer alan karara göre, İstanbul Sarıyer’de yaşayan bir kişinin arazisine ilişkin 1938’de yapılan kadastro işleminde, arazinin orman arazisi olduğu tespiti yapıldı. 1940, 1979 ve 1989’daki kadastro işlemlerinde de arazinin niteliğinde değişiklik yapılmadı.
Bunun üzerine arazi sahibinin varisleri, 2009’da mülkiyet haklarını kullanamadıklarını ileri sürerek tazminat davası açtı. Davaya bakan Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, hazineye karşı tazminat davasından önce tapu iptal ve tespit davası açılması gerektiğini belirterek davayı reddetti.
Söz konusu kararın Yargıtay tarafından bozulması üzerine yeniden yargılama yapan mahkeme, bu sefer arazi sahiplerine tazminat ödenmesine hükmetti, ancak bu karar da Yargıtay tarafından bozuldu. Bunun üzerine yapılan yeniden yargılamada ise başvurucunun tazminat istemleri reddedildi ve karar kesinleşti.
Başvurucu, daha önceden tapusu bulunmasına rağmen kadastro işlemi sonrası tapularının tazminat ödenmeksizin iptal edildiğini, arazilerini kullanamadıklarını ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine başvurdu.
Kararı inceleyen Yüksek Mahkeme, başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verdi.
KARARIN GEREKÇESİNDEN
Anayasa Mahkemesinin kararında, Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının güvence altına alındığı ve kişilerin mülkiyet hakkını yasal çerçevede kullanabileceği ifade edildi.
Söz konusu maddede ayrıca devletin toplum yararına aykırı olmaması koşuluyla mülkiyetin kullanımını sınırlayabileceği aktarılan kararda, başvuru konusu taşınmazın orman olarak tespit edildiği ve kullanımının fiilen engellendiği vurgulandı.
Tapusu bulunan arazinin başvurucu tarafından kullanımdan yoksun bırakılmasının müdahale anlamı taşıyacağı belirtilen kararda, “Mülkiyet hakkına müdahalede bulunurken, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13’üncü maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekir.” ifadesine yer verildi.
Mülkiyet hakkına müdahalelerde ölçütün hukuka uygunluk olduğuna işret edilen kararda, çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanması hakkı kapsamında Anayasa’nın 169’uncu maddesinde ormanların, devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu ve bu alanlarda özel mülkiyetin yasaklandığı hatırlatıldı.
Başvuruya konu taşınmazın başvurucunun murisine devlet tarafından 2510 sayılı Kanun uyarınca verildiğine işaret edilen kararda, “Bu taşınmazın murise verildiği tarihte orman olduğuna ilişkin olarak tapu kaydında herhangi bir şerhin veya belirtinin bulunduğu kamu makamlarınca gösterilemediği gibi dosya kapsamından başvurucunun murisinin taşınmazın orman olduğunu bilebilecek durumda olduğunu gösterir başkaca herhangi bir olgunun da mevcut olmadığı anlaşılmıştır.” vurgusu yapıldı.
Bu kapsamda arazi sahibinin mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğuna işaret edilen kararda, şunlar kaydedildi:
“Orman vasfında olan taşınmazın başvurucunun murisine 2510 sayılı Kanun uyarınca verildikten sonra tekrar orman olarak tespit edilmesi ormanların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerse de mülkten yoksun bırakılan başvurucuya herhangi bir tazminat ödenmemesi idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması sonucunu doğurmuştur. Sonuç olarak müdahaleyle başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmiş olup başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır.”