Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümü bu yıl Selman Nacar’ın “İki Şafak Arasında” adlı filmiyle başladı. Film, iyi ve …
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümü bu yıl Selman Nacar’ın “İki Şafak Arasında” adlı filmiyle başladı. Film, iyi ve kötü yanlarıyla ilk akşam bolca konuşuldu, ki bu da Selman Nacar adına son derece olumlu bir başlangıçtı bana sorarsanız. Faulkner’ın o ünlü sözüne atfen (“Hiçlik ve acı arasında acıyı tercih ederim”) hiç konuşulmamasındansa tartışılması her zaman yeğdir.
Otomobil plakalarından anladığımız kadarıyla Uşak’ta geçen film bir tekstil fabrikasında geçirdiği iş kazası sonucu yaralanan bir işçi ile kazanın getirdiği ağır sorumluluktan en az hasarla sıyrılmaya çalışan patronlarının bir günlük hikayesini anlatıyor. “İki Şafak Arasında” akla bir yandan “Babamın Kanatları” ve geçen yılın en sükse yapan filmlerinden “Çatlak”ı getirdiği gibi bir yandan da son yıllarda ülkemizde bir hayli etkisi hissedilen Yeni Rumen sineması ile ahlaki ikilemleri sıkça işleyen İranlı sinemacı Farhadi’nin filmlerini de getirdi. Bu saydıklarım elbette hep olumlu örnekler, güzel göndermeler ama Selman Nacar’ın kendi kişisel yolunu oluşturması anlamında zaman zaman engel teşkil edecek tuzaklar da barındırıyor elbette. Yapımcı ve sinemacı kimliğini sağlam adımlarla oluşturduğuna inandığımız Nacar yönetmen koltuğuna oturduğu bu ilk uzun metrajlı filmiyle ilerisi için şimdiden güçlü bir izlenim uyandırıyor, en azından onu teslim edelim.
Muhafazakar burjuvaziye mensup bir ailenin küçük oğlu Kadir filmin merkezindeki karakter ve kamera film boyunca hep onunla birlikte dolaşıyor, izleyiciyi hep Kadir’in gözünden olayları izliyor. Selman Nacar’ın bir hayli mesafeli durmayı tercih ettiği anlatı belk bizim Kadir ile özdeşleşmemizi engelliyor ama onu anlamaya, bir şekilde onu kabullenip yeri geldiğinde onu affetmeye de istekli hissediyoruz kendimizi.
Filmin temelinde derin bir ahlaki kriz olduğunu (ama fazla detaya girmek izleme zevkini bozacak, o yüzden burada keselim) söyleyelim ama bazı noktada ikna olmadığımızı da ekleyelim. Öncelikle şunda anlaşalım, oyunculuklar büyük ölçüde çok iyi, performanslar ve özellikle bazı sahneler çok etkileyici. Yaralanan işçinin karısı Serpil rolünde Nezaket Erden yine üst düzey bir performans sergiliyor ve burada onun aslında yüzeye çok yakın duran duygularını büyük bir ustalıkla dizginlediğini görüp daha da mutlu oluyoruz açıkçası. Erden’in oyunculuk macerası onu yakından izleyen bizlerin beklentilerini dahi aşacak denli güzel gidiyor, belirtmeden edemeyeceğim.
İşinin kurdu avukat rolünde Erdem Şenocak’ın belki diğerlerinden bir adım öne çıktığı kadro tam bir ensemble performansı sunuyor filmde ve Bedir Bedir, Burcu Gölgedar, Cihat Süvarioğlu, Ali Seçkiner ve Cemalettin Çekmece bu kadro içinde altını özellikle çizmek istediğim isimler benim için. Yakın planı hemen hemen hiç kullanmayan ve diyaloglarda açı-karşı açı yöntemini tercih etmeyen (zaten anlatısını bu teknik tercihlerle inşa ediyor) Selman Nacar işin ahlaki boyutundaki düğümü baş oyuncusu Mücahit Koçak’a (Kadir) yüklemiş ve o da mümkün olduğunca içine dönük bir oyunculukla öne çıkmamaya büyük bir dikkat göstererek tökezlemeden götürüyor filmi.
Belki tek problem yer yer çıkışlar yapan Kadir’e oyuncu olarak duyduğu tepkinin performansında sebep olduğu tutukluk olabilir. Tutukluk bazen çok gerekli ve etkili olabilir (en can alıcı anda tutukluk yapan bir silah gibi) ama ailesine karşı başkaldırıyor gibi görünen Kadir’in hem sevgilisine hem de serpil’e karşı yani duygusal ve vicdani sınavlarını verdiği iki kişiye karşı bir türlü ‘doğru’ davranamaması onu bizim gözümüzde de alçaltıyor açıkçası. Elbette Selman Nacar’ın şahsi tercihi bu ve filmin bütünlüğünde bir yere oturuyor belki ama izleyicinin içinde bir şeyler eksik kalıyor, vicdani yükü tek başına yüklenmiş bir şekilde salondan ayrılıyor. Bu filmin en çok tartışılan noktalarından biriydi işte.
Tartışılan bir diğer husus da hem avukatın “Kanunlar işçiden yana” cümlesinin yanlışlığı (bunun yanlışlığını Soma’da gördük hep birlikte, değil mi?) üzerine inşa edilen bir eylemler serisinin filmi domine edişi hem de günümüzde iktidarda olmanın tüm nimetlerinden, hiçbir sıkıntı duymadan, faydalanan muhafazakar burjuvazinin yeni kuşak bir karakter (Kadir) üzerinden vicdan muhasabesine girişmesinin ne kadar inandırıcı olduğuydu. Buna her anlamda tertemiz bir karakter olarak tahayyül edilmiş Serpil’in inandırıcılık sınırlarını zorlayan tavrını da eklediğinizde bir anda fazla yüzeysel ya da fazla hesaplanmış, neredeyse yapay bir denklemle karşı karşıya olduğumuz izlenimine kapılıyoruz. Ama tabii bu bizim fikrimiz.