PA Mediaİngiltere’de emekli bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, Taliban’ın Kabil’e girmesiyle hızlanan tahliyeler sırasında bakanlıkta yaşanan …
İngiltere’de emekli bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, Taliban’ın Kabil’e girmesiyle hızlanan tahliyeler sırasında bakanlıkta yaşanan kaosu anlattı.
Raphael Marshall, kaosun hakim olduğu tahliyeler sırasında Kabil’den kimin uçağa binebileceğine dair verilen kararların “keyfi” olarak verildiğini ve gerekçelerini sıralayan birçok kişinin e-maillerinin okunmadığını anlattı.
Daha sonra görevinden istifa eden dönemin Dışişleri Bakanı Dominic Raab ‘ın da karar alma konusunda çok yavaş olduğunu belirtti. Bir bakanlık sözcüsü, bakanlık görevlilerinin “yorulmak bilmeden çalıştığını” söyledi.
Raab’a yakın bir kaynak ise asıl büyük sorunun kimlikleri doğrulamak ve güvenli geçişi sağlamak olduğunu; hızla karar vermek olmadığını belirtti.
ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi sonlanmadan Taliban’ın başkent Kabil’e girmesi üzerine İngiltere, 15 bin kişiyi ülkeden tahliye etti. Bunun yaklaşık 5 bini İngiliz vatandaşı, 8 bini Afgan, 2 bini ise çocuklardan oluşuyordu.
Dış İlişkiler Komitesi’ne yazılı ifade veren Marshall, İngiltere’yle bağlantıları sebebiyle 150 bin Afganın risk altında olduğunu ve tümünün tahliye edilmesi gerektiğini; ancak yüzde beşten azının bu konuda destek alabildiğini ifade etti:
“Arkada bırakılan bu kişilerden bazılarının Taliban tarafından öldürüldüğü açıktır.”
Eylül ayında istifa edene kadar Bakanlık’ta üst düzey memur olarak çalışan Marshall, çalıştığı birimin kriz masasında “yetersiz bir kadro” olduğunu, uzmanlık ve Savunma Bakanlığı’yla koordinasyon konularında da yetersiz kalındığını belirtti.
Marshall, Raab’ın e-maillerine saatler sonra yanıt verdiğini ve “durumu tam olarak anlamadığını” da söyledi.
Eski diplomat Marshall’ın iddiaları şu şekilde sıralanıyor:
Taliban Ağustos 2021’de Kabil’e yaklaşırken oluşturulan hükümet şemasında İngiliz hükümetiyle doğrudan çalışan Afganların listesi ile İngiltere’yle olan bağları sebebiyle risk altında olanların kimliğinin nasıl belirleneceğine dair bilgiler yer alıyordu.
Marshall da “Afgan Özel Vakaları” olarak adlandırılan grupla ilgilenen yetkililerin olduğu ekiple çalışıyordu. Bunların arasında İngiliz hükümetiyle sözleşme imzalayarak doğrudan İngiltere için çalışan Afgan askerler, siyasetçiler, gazeteciler, memurlar, aktivistler, yardım görevlileri, hakimler ve güvenlik görevlileri vardı.
Ancak kriz merkezinde çalışanlar bakanlık bilgisayarlarının bulunduğu ağa bağlanamadı çünkü sistemler henüz birbirine entegre edilmemişti. Bu sebeple bilgisayar konusunda uzman askerler göreve çağrıldı, ancak onlar da daha önce bu sistemi kullanmadığı için birçok hata yapıldı.
Bilgisayarların şifreleri de sağlanamadığı için bazıları açılmadı. Bir noktada, sekiz asker bir bilgisayarı paylaşmak zorunda kaldı.
Afganlarla telefon konuşmaları sadece İngilizce yapılabildi çünkü ekipte Peştuca veya diğer Afgan dillerini konuşabilen kimse yoktu. Afganistan hakkında detaylı bilgisi olan, orayı görmüş kimse de yoktu.
Marshall, “Ekipteki bir kişi, hakkında hiçbir şey bilmediği yüzlerce kişi hakkında ölüm-kalım kararı verme konusunda açıkçası dehşete düşmüştü. Kriz merkezindeki birçok kişi Kabil Havalimanı’ndaki gerçek durumu ve acil arama yapma konusundaki gerekliliği gerçek anlamda kavrayamamıştı.” diyerek durumu anlattı.
Böyle bir ortamda ekibin zorlandığı dosyalarla ilgili sıklıkla Raab’a notlar ve e-mailler göndererek karar alma aşamasında katkı yapmasını beklediğini belirten Marshall, “Ancak yanıt vermesi saatler sürüyordu” ifadelerini kullandı.
Yeterli zamanı olmadığı için başvuru formunu düzgün şekilde doldurmayan kişilerin kabul edilip edilmemesiyle ilgili Raab’ın karar vermekten kaçındığını da söyledi.
Raab’a yakın bir kaynak ise, özel durumu olan 500’ün üzerinde kişinin tahliye edildiğini söyledi.
İngiltere hükümetinden bir sözcü, o dönem yapılan toplu tahliyeler bittikten sonra da İngiltere’ye tahliyeler için çalışmaya devam ettiklerini, 3 bin kişinin daha Afganistan’dan çıkmasına yardım ettiklerini söyledi:
“Maalesef istediğimiz herkesi tahliye edemedik, ancak kendilerine verdiğimiz söz hâlâ geçerlidir.”