Neden çıktı, cephede neler yaşandı, nasıl gelişip sonuçlandı gibi sorulara yanıt arayarak savaşı anlatmaya ya da yer yer şiddetin görsel …
Neden çıktı, cephede neler yaşandı, nasıl gelişip sonuçlandı gibi sorulara yanıt arayarak savaşı anlatmaya ya da yer yer şiddetin görsel çekiciliğiyle estetize ederek sahneye koymaya çalışan filmlerin en iyileri belgesel öğreticilikle yetinirken; en kötüleri, duygu ve heyecan sömürüsü yaparak izleyicisinin hastalıklı eğilimlerini kolay reçetelerle gıdıklayan ticari sinemanın en zararlı örnekleridir.
Yaşanan vahşeti tüm çıplaklığıyla görüntüleyerek empati yaratıyor izlenimi gerisinde, aslında korku, tiksinti, kin, ezilmişlik, hınç gibi duyguları, hatta öç alma ve sadizm gibi olumsuz dürtüleri uyaran bu tür kolay yaklaşımların çok ötesinde, savaş acılarının sürekliliğine farklı biçemler eşliğinde eğilen iki yönetmen, Altın Aslan adayları arasında özellikle dikkat çekti.
Paul Schrader (1946), savaşlara karar ve yön verenlerin değil, savaşlarda yaşananların ve yaşatılanların ağır yükü altında, savaş bittikten sonra da hep ezilen, acıları hiç dinmeyen çaresiz eski muhariplerin onulmaz yaralarını etkileyici bir dille deşiyor.
Geniş kitle Amerikan sinemasının en güzel örneklerinden biri olan “The Card Counter” klasik bir kumarbaz öyküsü gibi başlıyor.
Birçok poker tutkunu gibi çabuk para kazanmak ve gerçek yaşamı unutmak için oynadığını söyleyen gizemli William Tell karakterini alacakaranlık yorumuyla daha da yoğunlaştıran Oscar Isaac’in yalın oyunculuğunun altını ayrıca çizmeliyiz. Paul Schrader’in senaryosunu da kaleme aldığı filmin karakterine yüklediği karmaşık ve karşıt ruh halleri arasında inandırıcı köprüler kurmayı başaran Oscar Isaac, en iyi oyuncu ödülünü alacak bütünlükte bir yorum sergiliyor.
O kumarhaneden bu kumarhaneye gidip geliyoruz önce… Ta ki içine düştüğü onulmaz bunalımı intiharla noktalayan Irak savaşı ve Ebu Garib kâbusu mağduru bir silah arkadaşının oğlu, William Tell’in izini bulup gelene kadar…
Ancak bu genç adam, kartları saymakta usta, son derece soğukkanlı “oyuncu”, eski komando William Tell’in öğütlerine kulak aşmayı, öç alma dürtüsünden vazgeçemeyince, babasının eski komutanı karşısında kolayca etkisiz hale getirilecektir…
Kanı beynine çıkan William Tell, temelde hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini çok iyi bilse de kendisini ve silah arkadaşlarını “başarılı eleman” yaparak bu pisliklere bulaştıran eski komutanını, o çok iyi uyguladığı ve çok da iyi öğrettiği özel metodlarla yüzleştirip cezalandıracaktır… Adaletin gerçekleşmesinin olanaksız olduğunu bile bile cezalandıracaktır… Gizli hapishane hücrelerinde emir/komuta zinciri içinde gerçekleştirilen o korkunç işkence gerçeğinin derin izlerini, barış ortamında silmeye hiç ama hiç yetmeyeceği bilinciyle kavrulsa bile çoktandır yargılayıp verdiği ve unutmaya çabaladığı cezayı, güvenmediği devlet adalet sistemi dışına çıkmak pahasına, kendi eliyle infaz edecek; böylece üstü kapalı tutulan dosyasındaki kabarık savaş suçlarına, yeni bir insanlık suçu hem de barış zamanı cinayet suçu ekleyecektir…
Paul Schrader, Ebu Garib gerçeğini kısaca canlandırıp, vahşetin boyutlarının altını fazla çizmeden duyumsatmayı tercih ederken Ukraynalı yönetmen Valentyn Vasyanovych (1971) Altın Aslan adayı filmi “Reflection” ile 2014 yılında ülkesini işgal eden Rus ordusunun uyguladığı benzer sistematik işkence yöntemlerine, sabit kamerasıyla kaydettiği orta mesafeli planlar eşliğinde uzun uzun eğiliyor…
Schrader ve Vasyanovych, farklı yaklaşımları ve anlatım dilleri gerisinde, temelde buluşuyorlar; ciddi konuları sorumlulukla ele alarak özenle irdeleyen yaratıcı sinemasının özünde birleşiyorlar…
Bilek gücüyle kazanılan mert savaşlar efsanesinin, uzun ömürlü büyük bir tarihsel yalan olduğuna inanmak istemeyenler kaldıysa hâlâ, bu iki filmi de izlemeleri iyi olur…