Türk edebiyatının usta şairlerinden Cemal Süreya, edebiyatseverler tarafından, ölümünün 32. Yılında anılıyor. Türk şiirinde modernist bir hareket …
Türk edebiyatının usta şairlerinden Cemal Süreya, edebiyatseverler tarafından, ölümünün 32. Yılında anılıyor. Türk şiirinde modernist bir hareket olan İkinci Yeni şiirinin öncü şairlerinden biri olan Süreya, ilk şiir denemelerini ortaokulda eskizlerle, lisede aruzla yapsa da asıl şiir çalışmaları üniversite yıllarında başlamıştı.
Üvercinka (1958), Göçebe (1965), Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973), Uçurumda Açan (1984), Sıcak Nal (1988), Güz Bitigi (1988) ve Sevda Sözleri (1990) adlarındaki şiir kitaplarının yanı sıra deneme, eleştiri, günlük ve antoloji türlerinde de yazmıştı. Eserlerinde en sık işlediği temalar aşk, kadın, yalnızlık, sosyal ve siyasal eleştiriler, ölüm ve tanrı düşüncesiydi.
ŞİİRLERİYLE ANILACAK
9 Ocak 1990’da yaşamını yitiren ‘İkinci Yeni’ akımının öncü isimlerinden olan usta kalem, ölümünün 32. yılında Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği tarafından şiirleriyle ve sanatıyla anılacak.
Geçen yıl pandemi koşullarından dolayı yapılamayan etkinlik, Gazeteciler Cemiyeti Cağaloğlu Lokali’nde gerçekleştirilecek.
CEMAL SÜREYA KİMDİR?
Asıl adı Cemalettin Seber olan Cemal Süreya, 1931 yılında Erzincan’da dünyaya geldi. Pülümür’den Erzincan’a göç eden bir ailede doğan Süreya’nın babası Hüseyin Bey, annesi Güllü Hanım’dır. Ailesi, 1938 yılında Dersim harekâtı sırasında amcası Memo’nun valiyle takışması sebebiyle Dersim İsyanı sonrası bölgeden sürülünce Bilecik’e yerleşmiştir.
Güllü Hanım, Bilecik’e yerleştikten altı ay sonra yaptığı düşük sonucu meydana gelen kanamadan dolayı yirmi üç yaşında ölmüştür. Ailenin maddi durumu bu dönemde gittikçe kötüleşmiştir. İlkokula başlamak için halasının yaşadığı İstanbul’a giden Süreya, buradayken ailesinden gelen bir etkiyle cenk kitapları okumanın yanı sıra sık sık sinemaya gitmiştir. Daha sonradan babasıyla kız kardeşleri de İstanbul’a gitmiş; fakat sürgün edilen kişilerin bulundukları muhiti yirmi yıl boyunca terk etmeleri yasak olduğu için bir gece bütün aile Sanasaryan Han’a götürülmüş, ardından Bilecik’e yollanmıştır.
BABASININ BOŞLUĞUNU AMCASI DOLDURDU
Babası makinist olarak karayollarına çalışmaya başlamış ve işi gereği ayın on beş günü dışarıda olduğu için annelik görevini de babaannesi üstlenmiş, babasının boşluğunu ise amcası doldurmuştur. Annesi öldükten sonra babası iki evlilik daha yapmıştır. Babasının ikinci eşi Esma Hanım’dır; Süreya, Esma Hanım’dan kaçmak için gizlice parasız yatılı sınavına girmiştir. Babasının üçüncü evliliği ise Refika Hanım’ladır.
Babası Hüseyin Bey 1957 yılında bir trafik kazasında ölmüştür.
OKUMA YAZMAYI İLK AMCASINDAN ÖĞRENDİ
Süreya, ilkokula başlamadan önce okumayı, yazmayı, matematiği ve resim yapmayı büyük amcası Memo’dan öğrenmiştir. Hastalığı sebebiyle okula bir yıl geç başlayarak 1939’da 37. Beyoğlu İlkokulu’na kaydolmuştur. Alevi çevrede din kitapları, Ali üzerine kitaplar çoğunlukla olmak üzere “eline ne geçerse” okumuş, ilkokul 2. sınıftayken yazdığı bir kompozisyonla öğretmeninden Yavrutürk dergisini ödül olarak almıştır.
1941’de, 3. sınıfın ilk dönemini bitirdikten sonra sürgün edildikleri Bilecik’e dönmek zorunda kalınca, Bilecik Birinci İlkokulu’na kaydolmuştur. Burada üvey annesi Esma Hanım’dan “kaçmak” için parasız yatılı sınavına girmiş ve sınavı kazanarak 1944-45 eğitim-öğretim döneminde Bilecik Ortaokulunda okumaya başlamıştır. Ortaokulda okuduğu dönemde tatildeyken gece bekçiliği yapmıştır.
1947’de ortaokulu bitirdikten sonra 1947-48 döneminde İstanbul’daki Haydarpaşa Lisesi’nde parasız yatılı öğrenci olarak öğrenim hayatına devam etmiş ve bu dönemde aruz ölçüsüyle birkaç şiir yazma girişiminde bulunmuştur. Lise son sınıftayken edebiyat ile ilgilenen Süreya, kendini bu dönemde “aruzcu, eski edebiyatçı” olarak görmüştür.
1950’de Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Maliye ve İktisat bölümünde okumaya ve bu dönemde şiirlerini yayımlamaya başlamıştır. Yine bu dönemde eski şiiri bırakarak yeni şiire geçiş yapmıştır. 1954’te mezun olduktan sonra teğmen olarak askerliğini yaparken fark derslerini de vererek hukuk diplomasını da almıştır.
MEMURİYETİ
Süreya, 25 Kasım 1954’te Eskişehir Vergi Dairesinde stajyer olarak göreve başlamıştır. 8 Ağustos 1955’te yapılan Teftiş Kurulu sınavını kazanarak 11 Ağustos 1955’te maliye müfettiş yardımcısı olarak İstanbul’a gitmiştir. Bu dönemde art arda hem şiirleri hem yazıları yayımlanmış ve dergi çıkarma düşüncesi içine girmiştir. 7 Ekim 1958’de girdiği yeterlilik sınavı sonucunda beşinci sınıf maliye müfettişi olmuştur. Bu tarihten itibaren teftiş amaçlı ülkenin çeşitli bölgelerine gitmiştir.
Askerlik yaptığı Temmuz 1959-31 Aralık 1960 tarihlerinde memuriyetine ara vermiş ve bu dönemde, beşinci ayın beşinde saat beşte Kızılay’da Demokrat Parti hükûmetini protesto etmek amaçlı toplanan grubun şifresi olan 555K’ya tanık olmuştur. Olay anında Adnan Menderes’in bir protestocu tarafından tartaklanması, yirmi iki gün sonra da 27 Mayıs Darbesi ile görevinden uzaklaştırılıp sonrasında idam edilmesinin sebeplerini Süreya, daha sonraları yazdığı “555K” adlı şiirinde dile getirmiştir.
Askerliğini bitirdikten sonra maliye müfettişi göreviyle Ankara’ya atanmış ve 1961’de Maliye Denetim Usulleri ve İktisadi Devlet Teşekkülleri’ni incelemek üzere Paris’e gönderilmiştir.
YÜKSEK BÜROKRAT OLARAK EMEKLİ OLDU
1964’te İstanbul’a atandıktan sonra hem edebiyata hem de dergi çıkarma işlemine ağırlık vermek için 31 Temmuz 1965 tarihinde Maliye Teftiş Kurulundan arkadaşları Sezai Karakoç ve Doğan Yel’le beraber istifa etmiştir. Memuriyetten ayrıldıktan sonra dergi çıkarıp dergi yönetimlerinde bulunan Süreya, 12 Mart Muhtırası’nın meydana gelmesiyle memurluğa geri dönmek zorunda kalmıştır. 7 Şubat 1975’te Darphane ve Damga Matbaası müdürü olmuş fakat dönemin Maliye Bakanı Yılmaz Ergenekon ile “takışması”yla görevinden ayrılarak Ankara’ya, Tetkik Kurulu üyeliğine dönmüştür.
Süreya, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı çıkaracağı kitapların basımında yer alan dokuz kişilik Kültür Kurulu üyeliğine de seçilmiş ve 2 Şubat 1982 tarihinde yüksek bir bürokrat olarak emekli olmuştur. Emeklilikten sonra batmak üzere olan Odibank’ı (Ortadoğu İktisat Bankası) kurtarmak için yönetim kurulu üyeliğine getirilmiş fakat bankanın batmasıyla mahkemeye sevk edilmiş, ardından aklanmıştır. Devlet işi dışında Yurt, Meydan Larousse ve ANSA Omnis ansiklopedilerine redaktörlük yaparak emekli olduktan sonra daha çok zaman ayırmayı düşündüğü yayın dünyasının içine dâhil olmuştur.
KENDİNE ÖZGÜ ŞİİR AKIMI OLUŞTURDU
Dergilerde karikatürleri de yayımlanan Süreya, kendisini tam olarak “Gül” şiiriyle edebiyat dünyasına duyurdu. Başarılı şairin “Üvercinka”, “Dalga”, “Güzelleme”, “Üçgenler”, “Cigarayı Attım Denize”, “Nehirler Boyunca Kadınlar Gördüm” adlı eserleri 1955’te dergilerde yayımlandı.
Bir süre “Politika” gazetesinde köşe yazarlığı yapan Süreya’nın “Şapkam Dolu Çiçeklerle” adlı deneme kitabı yayımlandı. “Çocukça” dergisinde, “Aritmetik Kuşlar Pekiyi” köşesinde çocuklar için yazılar kaleme aldı.
Bir akım oluşturarak kendine özgü bir şairlik örneği gösteren Süreya, şiirlerinin yanı sıra denemeler, tenkit yazıları, şiir ve düz yazı tercümeleri, çocuk kitabı, günce ve derlemelere imza attı.
ÖLÜMÜ
Süreya, 1982’de kalp spazmı olduğunu belirtmiştir. Sağlık problemi, oğlu Memo’nun annesini alarak Birsen Hanım’la yaşadığı eve taşınmasıyla başlamış ve oğlunun fiziksel şiddetine maruz kalarak bunalımın eşiğine gelmiştir. Süreya, 6 Ocak 1990’da bir kalp krizi geçirmiştir.
8 Ocak 1990’daki Gazeteciler Cemiyeti’ndeki son hâli, Muzaffer Buyrukçu tarafından “bitkin, zayıflamış ve tam bir moral çöküntüsü içinde” şeklinde aktarılmıştır. Gece evinde rahatsızlanan Süreya, önce Haydarpaşa Göğüs Hastanesine, ardından Numune Hastanesi Acil Servisine götürülmüş fakat 9 Ocak 1990 Salı günü şeker komasından yaşamını yitirmiştir.
Cenazesi, 11 Ocak 1990 günü Şişli Camii’nde kılınan öğle namazından sonra, amcası Memo’nun yattığı Kulaksız Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.
Y’NİN HİYAYESİ
Ortaokul ikinci sınıftayken karayollarında çadır bekçiliği yaptığı sıralarda boş vakitlerini hep hayal kurarak geçiren Süreya, o günlerde kendine Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay gibi yazarların adına benzeyecek ve üç isimden oluşacak bir isim arayışına girmiştir. “Cemalettin”i kısaltarak ve yanına sevdiği bir sözcüğü, Süreyya’yı, ekleyerek yeni ismini, Cemal Süreyya Seber’i, oluşturmuştur fakat zaman içinde “Seber”den de vazgeçip “Cemal Süreyya”yı kullanmaya başlamıştır.
1956’da yayımlanan “Elma” şiirinin son dizesinde adının bir harfini attığını duyurarak bunun sebebini o tarihlerde belleğine çok güvendiğini, telefon numaralarını bile ezberinde tuttuğunu, bir telefon numarası yüzünden arkadaşıyla bahse tutuştuğu ve kaybettiği şeklinde belirtmiştir. Kaybederse adından bir harf atacağına söz vermiş, iki tane olduğu için de “y”lerin birini feda etmeyi uygun görmüştür.
Ece Ayhan’la 1987’de Şehir dergisinde yaptıkları “Kıyı Bucak” başlıklı konuşmalarda Beyoğlu 37. İlkokulu’nun ikinci sınıfındayken adından, soyadından, okulundan, mahallesinin adından, sokağının adından utandığını söylemiştir:
“Biliyor musun, ilkokulda ben adımdan, soyadımdan, okulumdan, mahallemizin adından, sokağımızın adından utanırdım. Düşün: Adım Cemalettin, soyadım Seber (ki anlamı yok, herkes yanlış anlıyor); Pürtelaş Mahallesi’nde oturuyoruz, sokağımızın adı da: Tavukuçmaz … Okulum da ahşap bir yapı; A, B, C, diye şubeleri olmayan çok küçük bir okul. Pürtelaş’ın anlamını da bilmiyordum. Yıllar sonra anladım gerçeği: O adlar (benim kendi adım dışında) ne güzel adlarmış.”