Çatısı altında 30 federasyon ve 284 dernek bulunan Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu’nun (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan …
Çatısı altında 30 federasyon ve 284 dernek bulunan Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu’nun (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, sanayicinin kullandığı elektrik ve doğal gaza yapılan yüksek zamları eleştirerek. “Zam kararları gözden geçirilmediği ve ekonomi biliminin gerekliliklerine uygun piyasa yönetimi anlayışı benimsenmediği takdirdeişleyen makineler durma noktasına gelebilir” diye konuştu.
Turan, neredeyse yılın sonuna gelindiğini ancak iş dünyasının hâlâ 2022 yılı bütçesi üzerinde çalışmaya devam ettiğini vurgulayarak, mevcut kur artışı düşünüldüğünde enflasyonun 2022’nin ilk yarısında yüzde 30’u aşacağını aktardı. Gelecek yıl kaça borçlanacakları iş dünyası olarak öngöremediklerini ifade eden Orhan Turan ile ekonomideki son gelişmeleri konuştuk.
Orhan Turan, Şehriban Kıraç’a konuştu.
– Şu anki ekonomik gidişatta sizi kaygılandıran temel sorunlar neler?
Ekonomi biliminin öngörüleri ile ters düşen ve serbest piyasa kuralları dışında atılan her adımın, alınan her politika kararının sadece ülkemizde değil gelişmekte olan tüm ülkelerde negatif bir etki yaratması kaçınılmaz. Geçmişte denediğimiz ve başarısız sonuçlar aldığımız yöntemleri bırakmak, ekonomi biliminin gereklerini yerine getirecek politika kararlarını cesurca almak zorundayız. Her şeyden önce güveni yeniden inşa edip, ülke risk primimizi düşürmemiz gerekiyor.
Küresel enflasyonist baskıların sürdüğü bir ortamda, gelişmekte olan ülkeler yüksek enflasyon riskine karşılık faiz oranlarını yükselterek aksiyon alırken, Türkiye’de bunun tersi bir para politikası izleniyor. Bunun yanı sıra reel sektörde tedarik zinciri kaynaklı sorunların derinleşmesi, ham madde, emtia ve enerji fiyatlarındaki olağanüstü artış ile bunlara paralel oluşan yüksek enflasyon patikası temel riskler olarak öne çıkıyor. Buna ek olarak FED’in beklenenden daha kuvvetli bir parasal sıkılaşmaya gitmesinin de özellikle kur tarafında kırılganlığı artırarak, enflasyon görünümünü daha da bozma ihtimali bulunuyor. İçeride yaşadığımız yapısal sıkıntılara eklenen küresel düzeyde yeni sorunlar ile birlikte 2022’de üreticilerimiz, sanayicimiz ve gelir dağılımı adaletsizliği makasının açılmasıyla alım gücü iyice azalan vatandaşlarımız yine ateşten gömleği üzerinde taşıyacak gibi görünüyor. Bütün bunları alt alta koyduğumuzda da gelecek yılın, içinde bulunduğumuz yıldan daha zorlu geçeceğini düşünüyorum.
Bir ülkenin kurumlarının bağımsızlığı, güven ve istikrarın da en temel unsurudur. Faiz-kur-enflasyon sarmalından kurtulmak için akılcı politikalara ve elbette bu politika kararlarını bağımsız, şeffaf, hesap verir ve liyakatli bir yönetim anlayışıyla alıp, uygulayacak kurumlarımızın varlığına ihtiyacımız var. Merkez Bankası başta olmak üzere özellikle son dönemde sıklıkla tartışmaların odağında yer alan TÜİK gibi kurumlarımızın bağımsızlığının içinde bulunduğumuz gidişatta oyunun kendisini değiştirecek güçte olduğunu söyleyebiliriz.
Mevcut büyümenin lokomotifi gibi görünen ihracattaki artışın da sürdürülebilir olması için hem katma değer artışı hem de ithalatta ara malı kullanımındaki bağımlılığın azaltılmasını sağlamalıyız. İhracatımızda özellikle yüksek teknoloji ve orta-yüksek teknoloji ürünlerinin payının artırılması gerekiyor. Hem lojistik avantajımızı kullanabilmemiz hem de ihracatta sürdürülebilirliği sağlamamız için kalite ve verimlilik konularına odaklanmalıyız.
ÜRETİM DURMA NOKTASINA GELDİ
– Kur 14 TL’yi Avro 16 lirayı aştı. Döviz kurundaki bu yüksek artış reel sektörü firmaları nasıl etkiliyor?
Bir ekonominin sağlıklı işleyişi ve refah üretebilmesi için temel unsur kur istikrarıdır. Çünkü döviz kuru ekonomideki mal ve hizmet alışverişlerini mümkün kılan fiyat oluşumunun temel ögesidir. Şu anda içinde bulunduğumuz süreçte olduğu gibi kurlarda yaşanan istikrarsızlık, ticaret esnasındaki fiyat oluşumuna imkân vermiyor. Zaten bu durum üretimi, iç piyasadaki alışverişi ve dış ticareti durma noktasına getirdi. Mali kesimdeki işlemler beklemeye geçti. Kurdaki gelişmelerin ara malı ithalatı ve enerji fiyatları kanalıyla ihracattaki rekabet düzeyini, yatırımları ve istihdamı olumsuz etkilemesinin yanı sıra gelir dağılımında da giderek daha fazla bozulma yaratma riski bulunuyor.
SAĞLIKLI PLANLAMA YAPMAK İMKANSIZ
– İş dünyası olarak 2022 yılı ile ilgili plan yapabiliyor musunuz, plan yaparken özelikle hangi parametreler sizi zorluyor?
Neredeyse yılın sonuna geldik ancak iş dünyası hala 2022 yılı bütçesi üzerinde çalışmaya devam ediyor. Çünkü makroekonomik göstergelerin yanı sıra ham madde, emtia, enerji, lojistik gibi parametrelerin gün içinde bile sürekli değişkenlik göstermesi sağlıklı bir planlama yapmayı neredeyse imkânsız hale getiriyor. Faiz-kur-enflasyon sarmalında takılıp kaldığınızda, gelecekle ilgili beklentileri yönetmekte ve öngörülebilir stratejiler yapmakta zorlanmalar kaçınılmaz oluyor.
Özellikle tedarik zincirindeki sorunlar, ham madde ve üretim maliyetlerini artırıyor. Lojistikteki maliyet artışının sebebi ise bu sektörün mevcut talebi karşılayamamasından kaynaklanıyor. Bu yıl yaşadığımız artışı göz önünde bulundurursak, sorunun çözülmemesi durumunda 2022 yılında da bütçenin öncelikli kalemlerinden biri lojistik olacak.
Tüm bunların yanında toplumsal refahı tabana yayabilmek, milli gelir artışını yaratabilmek için çalışanlarımızı enflasyona karşı ezdirmemeliyiz. İş insanları olarak her şeyden önce çalışanlarımızın sorunları için çözüm üretmeli, kalıcılaşan yoksulluk ve adaletsizlikle mücadele ederek, onurlu ve adil bir yaşam sağlayacak sistemleri oluşturmalıyız. Bu yıl bu yönde adımlar atan, zam dönemini beklemeden çalışanlarının maaşlarında iyileştirmeler yapan şirketlerin arttığını görmeye başladık. Koşullar düzelene kadar, gücümüz yettiği kadar bu uygulamalara devam etmemiz gerektiğine inanıyorum.
ENFLASYON YÜZDE 30’U AŞABİLİR
– 2022 yılı için kur, faiz, işsizlik, büyüme, enflasyon ile ilgili öngörüleriniz neler?
2021 yılını yüksek büyüme, yüksek enflasyon, yüksek döviz kuru ve yüksek faiz ile kapatacağımız anlaşılıyor. Para politikasında normalleşmeye gidilerek güvenin tesis edildiği iyimser bir senaryoda büyüme oranının yüzde 3 civarında gerçekleşmesi olası görünüyor. Uzun dönemde yüzde 5 ve üstünde sürdürülebilir bir büyüme yakalamamız ve bu büyümeyi toplumsal refah artışına da yansıtmamız önemli. Enflasyon beklentilerinin ve fiyatlama davranışlarının bozulduğu bir ortamda kurdaki dalgalanmaların fiyatlara geçişkenliği artış kaydediyor. Mevcut kur artışı düşünüldüğünde enflasyonun 2022 yılının ilk yarısında yüzde 30 seviyesini aşması muhtemel görünüyor.
İşsizlik tarafında manşet göstergelerde iyileşme görünse de geniş tanımlı işsizlik göstergeleri hala pandemi öncesi seviyelerin üzerinde bulunuyor. Bu durum bize iş aramadığı halde çalışma isteği olan veya daha fazla süre çalışmak isteyen önemli bir kesimin olduğunu gösteriyor. Ülkemizin kronikleşen sorunlarından biri olan işsizlikle mücadele için büyümede sürdürülebilir bir düzeyi yakalamamız gerekiyor. Aksi takdirde kur-enflasyon ve faiz sarmalındaki gibi yüksek bir işsizlik oranı da bugün olduğu gibi önümüzdeki yıllarda da devam edecektir.
YATIRIM İŞTAHI KAÇIYOR
– İktidarın düşük faiz ısrarı iş dünyasını nasıl etkiliyor? Düşük faizde ısrar ve faiz indirimleri devam ederse ne tür risklerle karşı karşıya kalınabilir?
Yüksek faiz ortamı yatırım iştahını kapatan ve sanayicilerin finansman ihtiyaçlarını zorlayan şartlar yaratıyor, bu bir gerçek. Diğer taraftan faiz indirimleri sonucu Eylül ayında gerçekleşen Para Politikası Kurulu toplantısından beri kurda yüzde 50’nin üzerinde bir değer kaybı yaşadık. Ekonomimizin en güçlü ayaklarından ihracatta, ithalata bağlı bir yapımız olması döviz kuru artışının maliyetlere yansımasına neden oluyor. Bunun yanında faiz indiriminin finansal koşullara yansımadığı bir tablo da mevcut. Örneğin bir sene önce yüzde 7,5 ile borçlanıyorduk, şimdi yüzde 20 civarı bir faiz ile borçlanıyoruz. Gelecek sene kaça borçlanacağımızı iş dünyası olarak öngöremiyoruz. Bu da sanayicideki yatırım iştahının kırılmasına neden oluyor.
En önemlisi bizim artık faiz ve enflasyon tartışmasını bir yana bırakıp, Merkez Bankası’nın attığı adımların ekonomik temelden çok siyasi temelle alındığı algısını düzeltmemiz, ekonomik güvenin tesis edilmesine odaklanmamız gerekiyor. Enerjimizi bu yönde harcarsak çok daha etkili sonuçlar alırız.
– Bu dönemde üyeleriniz en fazla hangi şikayetleri ve sorunları dile getiriliyor? En zordaki sektörler hangileri?
KOBİ’lerin sıkıntılarının başında finansmana erişim ve ödeme sıkıntıları geliyor. Özellikle pandeminin ilk yılında yaşanan kredi bolluğunun, bu yıl kredi maliyetlerindeki artış nedeniyle KOBİ’ler için kapanmasıyla birlikte şirketlerin işletme sermayesine olan ihtiyaçları her geçen gün artmaya başladı. Bu noktada KGF’nin yeniden, daha ucuz maliyetli kredi kanalını KOBİ’lere açması gerekiyor. Özellikle yatırım ve ihracat odaklı şirketlerde bu yönde çok büyük bir beklenti var.
Bu kapsamda Ağustos ayında açıklanan KGF destekli mekanizmaların bir an önce hayata geçirilmesini önemsiyoruz. Ancak bu mekanizmaya yönelik birtakım önerilerimiz bulunuyor. Talep edilen miktarın yüzde 30’u işletme sermayesi olarak, nakit hesaba aktarılmalı. Kalan yüzde 70’lik kısım da bankaların kredilendirme şeklindeki gibi fatura karşılığı alışveriş yaptığı firmaya bankanın ödemesi olarak gerçekleştirilmeli. Son olarak tıpkı kredi kartı gibi yüzde 70’lik kısım KGF Kartı şeklinde olmalı, firmanın mal aldığı yere kartla ödeme yapması sağlanmalı. Eğer bu şekilde bir mekanizma oluşturulursa herkes talepte bulunamayacak, gerçekten ihtiyaç duyan, bu krediyi doğru bir şekilde değerlendirecek olanlar kullanacak. Bu sayede büyük olasılıkla ayrılan bütçe de yeterli olacaktır.
Bununla birlikte Eximbank’ın verdiği kredilerin de banka kredileri ile yarıştığını söylemek gerekiyor. İhracatı desteklemek istiyorsak Eximbank kredilerinin de ihracat odaklı çalışan işletmelerimize uygun koşullarda verilmesini sağlamalıyız. Kur istikrarsızlığı enerji ve diğer ithal ham madde oranı yüksek cam, seramik, inşaat, tekstil, mobilya ve demir-çelik gibi sektörlerimizde maliyet yaratacaktır. Tarım sektöründe de kura bağlı ara malı ithali, üretici fiyatlarına yansıyacaktır. Kurdaki değer kaybı ayrıca döviz cinsinden uzun vadeli kredilere güvenen büyük firmaları da olumsuz etkiliyor.
ZAMLAR GÖZDEN GEÇİRİLMELİ
– Sanayicinin kullandığı enerjiye, hammaddelere ciddi zamlar geldi. ÜFE yüzde 54’ü aştı, buradaki artış devam edeceği öngörüleri de var, üretici bu artışlara daha ne kadar dayanabilir?
İşletmelerimizin ayakta kalabilmek için can suyuna ihtiyaç duyduğu, kısa vadeli değil sürdürülebilir desteklerin beklendiği bu süreçte yapılan zamlar hem sanayicilerimizin hem de KOBİ’lerimizin maliyetlerini ciddi ölçüde artırıyor. Bu durumu aslında üretim ve yatırım iştahının kapanacağı, ihracat kaybının yaşanacağı, küresel rekabet gücümüzün azalacağı, cari açık ve enflasyonun olumsuz etkileneceği bir sürecin başlangıcı olarak görüyorum. Bu zam kararları gözden geçirilmediği ve ekonomi biliminin gerekliliklerine uygun piyasa yönetimi anlayışı benimsenmediği takdirde işleyen makineler durma noktasına gelebilir.
ENFLASYONUN ÜZERİNDE ASGARİ ÜCRET ZAMMI ŞART
– Kur artışıyla resmi enflasyonun da yüzde 30’u bulacağı söyleniyor. Bu anlamda vatandaşı ve şirketleri nasıl günler bekliyor?
İş dünyası bu zor koşullara direnmek için var gücüyle çabalıyor. Ancak çalışanlarımızın, tüm bireylerin onurlu yaşam hakkının korunması için her şeyden önce asgari ücrette enflasyonun üzerinde bir artış yapılması gerekiyor. Tabii burada sorulması gereken soru şu: Hangi enflasyon? Çünkü resmi rakamlar ile halkın enflasyonu birbirini tutmuyor. TÜRKONFED olarak asgari ücretle önerilerimizi paylaşmak isterim. Öncelikle yıl içinde enflasyonun ne olacağını, hayat şartlarının nasıl değişeceğini kestiremiyoruz. Bu nedenle asgari ücrette yıl içinde de ayarlama yapılması gerekiyor. Öte yandan asgari ücretin yüzde 40’ı vergilere gidiyor. Bu verginin kaldırılması direkt olarak çalışana yansır. Devletin bu konuda kolaylaştırıcı bir tutum alması gerektiğini düşünüyoruz. Son olarak yaşam şartlarının bölgelere göre farklılık gösterdiği göz önünde bulundurularak, bölgesel asgari ücret uygulaması da masaya yatırılabilir. Döviz kurunun değer kaybı nedeniyle ortaya çıkmış olan makro dengesizlikleri daha da bozmayacak, çalışanları da hayat pahalılığına ezdirmeyecek bir asgari ücretin belirlenmesinin sağlıklı olduğunu düşünüyoruz.
– Türkiye’de demokrasinin bugün bulunduğu durumu nasıl tarif ediyorsunuz? Mevcut sistemde reform yapılması mümkün mü?
TÜRKONFED olarak bu yıl kamuoyu ile paylaştığımız, 2030’a doğru yürüyen ülkemizin sorunlarına yönelik çözüm önerilerimizi içeren “Yeni Dönem, Yeni Ufuklar” vizyon belgemizdeki öncelikli maddelerimizden biri de demokrasi ve hukuk sistemimize yönelik önerilerimizdi. Çünkü hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının işletilemediği ülkelerde hukuk dışı yapılar adeta bir virüs gibi sağlıklı bünyeleri de hasta ediyor. Maalesef biz de toplumumuzda kimliklere sıkışmışlıklar ile siyasi ve kültürel kutuplaşmalar yaşandığını, hukukun üstünlüğüne inancın daha da gerilediğini, ayrımcılığın ve nefret söyleminin yaygınlaştığını, gerçeklik ile ilişkimizin bozulduğunu gözlemliyoruz.
Meselemiz başkanlık ya da parlamenter sistem meselesinden çok daha sürdürülebilir kurumsal kodları içeriyor. Denge ve denetleme mekanizmaları kurulmamış, güçler ayrılığı tesis edilmemiş, yasama, yargı ve yürütmenin rol tanımlarının net ve demokratik olmadığı bir sistemde sorunlarımızı çözmemiz mümkün değil. Demokrasimizi demokratikleştirmek yani yaşam tarzı haline getirmek ana hedefimiz olmalıdır. Bunun için de yeni ve sivil bir anayasa dâhil olmak üzere hukuku baştan aşağı yenilemeliyiz. Anayasanın, siyasiler arasında bir mutabakat metni değil toplumsal bir sözleşme olduğu akıllardan çıkarılmadan katılımcı ve kapsayıcı, şeffaf bir sürecin yönetilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Gelişmiş bir ekonomi için gelişmiş bir demokrasi kültürüne ihtiyacımız olduğunu her platformda söylüyoruz. Medya ve sivil toplumun da gelişmiş demokrasilerin önemli güçlerinden biri olduğuna inanıyoruz. Bu bağlamda bağımsız medya ve STK’ların da ülkemizin gelişmiş bir demokrasi seviyesine ulaşmasında önemli bir sorumluluğu bulunuyor.
KURUMLARIN BAĞIMSIZLIĞINI TESİS EDİLMELİ
– Türkiye’nin yaşadığı bu krizden bir çıkış yolu var mı, acilen atılması gereken adımlar nelerdir?
Unutmamalıyız ki kapıları açan anahtar gelişmiş ekonomilerin tamamına baktığınızda hukukun üstünlüğü prensibinin uygulanmasıdır. Yapısal, hukuk ve demokratik reformlar ile üretim ekonomisini güçlendirip, yüksek teknoloji kullanımını artırıp, nitelikli insan kaynağını, çağın gerektirdiği bilgi-beceri ve yetkinlik seti ile donatılmış eğitim sistemi ile dönüştürmüş bir Türkiye’nin, verimlilik artışı yoluyla markalı ve katma değerli ihracatını artıracağına inanıyoruz. Bu kapsamda özellikle ülkemiz ekonomisinin ana dinamosunu oluşturan KOBİ’lerin ikiz dönüşüm olarak adlandırılan dijitalleşme ve yeşil dönüşüm süreçlerini desteklediğimiz takdirde, yarışa gelişmiş ülkeler ile aynı kulvardan başlayabiliriz.
Bunları hayata geçirebilmek için de TÜRKONFED olarak Merkez Bankası başta olmak üzere kurumlarımızın bağımsızlığını yeniden tesis edecek hukuki düzenlemelerin yapılmasını, adil, şeffaf, hesap verebilir ve liyakat esaslı bir anlayış ile direnci artırılmış, öngörülebilir bir ekonomi politikasının hiç vakit kaybetmeden hayata geçirilmesini talep ediyoruz.
EKONOMİ POLİTİKALARINDA İSTİKRAR SAĞLANMLI
– Ekonomi yönetimindeki değişiklikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son 13 ayda üç Hazine ve Maliye Bakanı, son iki yılda ise dört Merkez Bankası Başkanı ve üç TÜİK Başkanı değişikliği yaşadık. Elbette bu kurumlarda değişiklik yapılamaz gibi bir durum söz konusu değil. Ancak bu kadar sık değişiklik yapılması ve bunların nedenlerinin açık bir şekilde kamuoyuna açıklanmaması pek çok soruyu da beraberinde getiriyor. Üstelik bu durum kurumlarımızın şeffaflık, liyakat ve bağımsızlıkla ilgili sorgulanmasını artırırken, oluşan güvensizlik ülke risk primimizi de yükseltiyor. Çünkü günümüzde ekonomiler güven ve istikrar üstüne inşa ediliyor, kalkınma için ekonomik faaliyetler tek başına yeterli görünmüyor. Yatırımcılar güven duydukları ülkelere doğru sermaye akışını sağlıyor. Kurumların bağımsızlığının güvenceye alındığı ekonomilerde esas olan kalite ve devamlılıktır. Kurumsal hafızanın doğru ve sağlıklı bir şekilde işlemesinin önündeki engelleri ortadan kaldırmakla işe başlayabiliriz. Ekonomi politikalarının öngörülebilirliği ve sürdürülebilirliği açısından istikrarı sağlamalı, değişiklik yaptığımız takdirde de bunu hem içeride hem de dışarıda doğru anlatmalıyız.