Gazeteci Fethi Yılmaz, yeni kitabı ‘Katli Vacip’te cemaatlerin sahip olduğu cezasızlık alanı içinde nasıl rahatça cinayet işlediklerini …
Gazeteci Fethi Yılmaz, yeni kitabı ‘Katli Vacip’te cemaatlerin sahip olduğu cezasızlık alanı içinde nasıl rahatça cinayet işlediklerini belgeleriyle ortaya koyuyor. 1960’lardan bugüne uzanan farklı cinayetlerin araştırıldığı kitapta dikkatinizi 6 Temmuz 1982’de işlenen imam Hasan Ünal cinayetine çekmek istiyorum. Yılmaz ile konuştuk.
– Hatırlayalım, Hasan Ünal kimdi?
Hasan Ali Ünal muhafazakâr çiftçi bir ailenin iki oğlundan biri. Ailesi oğlunun da dini bir eğitim almasını istediği için eğitim hayatı o yönde oldu. Önce İzmir İmam Hatip Lisesi’ni, ardından da Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirdi. Sonrasında da memuriyet hayatı başladı. Genç yaşına rağmen geleceği parlak ve çalışkan bir din görevlisiydi. Kitapta detayları ile anlattım, ancak sadece şu örneği vererek Hasan Ali Ünal’ın çalışkanlığını anlatayım; kendi döneminde Türkiye’deki en geç Diyanet Vakfı yöneticisi olmuştu.
– Görev yaptığı yerlerde nasıl bilinirdi?
Hasan Ali Ünal, Cumhuriyet’in temel değerlerine bağlı bir Diyanet görevlisiydi. Görev yaptığı yerlerde de bunu hissettirdi. Diyanet personelinin şalvar giymesine karşı çıkıyordu. Kravatsız Diyanet personelini azarladığı da biliniyordu. Cemaatlere de geçit vermeyen tutumu vardı. Yani bugün de hâlâ tartışılan laiklik devrimine sıkı sıkıya bağlıydı, diyebilirim. Çünkü o devrimdir ki inançları sömürüden özgürleştiriyordu. Bu sebeple ki Hasan Ali Ünal da, görev yaptığı her yerde cemaatlerin hedefi oldu.
– Cemaatlerle kavgası nasıl ve neden başladı?
İlk kavgasını Süleymancı olarak bilinen grupla yaşadı. Akhisar Müftüsü olduğu dönemde bağışlarla imam hatip lisesi yaptırdı. Tabi söz ettiğimiz dönem 1970’li yılların ikinci yarısı. O yıllarda imam hatipler bugün olduğu gibi bir siyasi partinin arka bahçesi olarak görülmüyordu. Ünal da bu imam hatip okuluna karşı çıkan Süleymancılarla karşı karşıya geldi. Ama Ünal asıl büyük kavgayı ve onu ölüme götürecek çatışmayı İstanbul’da İsmailağa cemaati ile yaşadı.
– 1979 yılında Üsküdar Müftüsü olarak tayin ediliyor ve burada İsmailağa Cemaati ile tanışıyor. Ve cemaatin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’na bir mesaj gönderiyor. O mesajda ne diyordu?
Öncelikle bu tarihe gelene kadar Türkiye’nin geçirdiği değişime kısaca bakmak lazım. Cumhuriyet’le birlikte gelen devrimlerle cemaatler 1950’li yıllara kadar perde arkasında kaldılar. Sonrasında yaşananlar ise malum… Demokrat Parti dönemiyle birlikte cemaatler Türkiye’de tekrar baş verdi. Evet tekkeler kapatılmıştı, ama Diyanet’in camilere imam diye atadığı isimler, o camileri tekkeye çevirdi. Cami cemaatini de kendi tarikatlarının müridi yapma yoluna gittiler. 1980’li yıllara geldiğimizde de artık cemaatler genişleme evrensindeydi. Böyle bir dönemde Üsküdar Müftüsü olan Hasan Ali Ünal, İsmailağa cemaatinin faaliyetlerine görev yaptığı bölgede izin vermedi. İsmailağa cemaatinin şeyhi olan Mahmut Ustaosmanoğlu da aynı dönemde İstanbul’un Fatih ilçesindeki İsmailağa Camii’nde Diyanet’e bağlı imam olarak görev yapıyordu. Ancak cemaatini genişletmek için de Üsküdar’daki camilerde vaaz vermeye devam etmek istiyordu. Yine Üsküdar’da cemaatin Diyanet’in izni dışı olan Kuran kursları vardı. Müftü Ünal bu kursları kapattı ve Ustaosmanoğlu’nun Üsküdar’daki camilerde vaaz vermesine karşı çıktı. Bunun için de Ustaosmanoğlu’na “Elini Üsküdar’dan çek” mesajı gönderdi. Keza Mahmut Ustaosmanoğlu da mahkemedeki ifadelerinde Müftü Ünal’la görüşmeler yaptığını kabul ediyor. İfadeleri kitapta ayrıntılarıyla yer alıyor.
– O mesajda sonra da olan oluyor…
Evet, müftü Ünal önce saldırıya uğradı. Ardından da görevinin üçüncü yılında öldürüldü.
– Sanıklar için ne kadar ceza istendi?
Davada yedi sanık vardı; Mahmut Ustaosmanoğlu, Ömer Arlı, Turgay Taş, Abbas Çelik, Ahmet Vanlıoğlu, Ahmet Özer ve İmdat Kaya. İstenen ceza ise, Hasan Ali Ünal’ı görevinden dolayı “taammüden ve tasarlayarak öldürdükleri” gerekçesi ile idamdı.
– Şimdi cinayetin nasıl işlendiğine gelelim… Adım adım anlatın lütfen.
Tabii. Müftü Ünal 5 Temmuz 1982 tarihinde öldürüldü. İddianamesi ise 1984 yılında çıktı. 12 Eylül’ün darbesinin sürdüğü dönem. Haliyle dava da sıkıyönetim mahkemesinde görüldü. Savcının iddianamesine göre, Müftü Ünal bir fetva ile öldürüldü. İddiaya göre, İsmailağa Camii’nde bir toplantı yapılıyor ve Müftü Ünal’ın öldürülmesi fetvası, yani kararı alınıyor. Bunun için görevlendirme de yapılıyor. İsmailağa Cemaati ile tetikçiler arasında ise Ömer Arlı aracılık yapıyor. Ömer Arlı dediğimiz isim, duruşmalarda Mahmut Ustaosmanoğlu’ndan “şeyhim” diye söz ediyor. Savcının iddianamesine göre fetva sonrasında Ömer Arlı tetikçi Hamza Akdağ ile görüşüyor ve öldürme planı devreye giriyor. Tetikçiler Hamza Aktağ, Tugay Taş ve Abbas Çelik, Müftü Ünal’la görüşüyor. Yaşlı bir vatandaşın dairesini müftülüğe bağışlanacağı yalanıyla Müftü Ünal bir inşaata çağırılıyor ve infaz ediliyor. Müftünün öldürüldüğü haberi de yine Ömer Arlı tarafından İsmailağa Cemaati lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’na bir iftar yemeğinde bildiriliyor. Burada bir parantez açayım: Müftü, Ramazan ayında öldürüldü. Yani iddianameye göre, camide müftünün infazı için fetva verildi, iftar yemeğinde de ölüm haberi geldi.
– “Öldürün” diye fetva verilmiş yani öyle mi?
Sanıklardan İmdat Kaya bunu emniyet ifadesinde itiraf etti. Ancak sonra ne olduysa ifadesini değiştirdi. Kitapta da İmdat Kaya’nın el yazısı ile yazdığı ifadesini ve sonrasında yaşanan gelişmeleri detaylı anlattım.
– Peki o fetvanın verildiği toplantıda kimler vardı?
İsmailağa Camii’ndeki toplantıda iddianameye göre, Mahmut Ustaosmanoğlu, Ahmet Özer, Ahmet Vanlıoğlu, İmdat Kaya ve Muhittin isimli bir şahsın olduğu yazıyor.
– Cesedi kim buldu?
Orada çok ilginç bir telefon konuşması var: Müftü Ünal öldürüldükten bir gün sonra… Tabii ailesi ve müftülük çalışanları telaş halinde, çünkü Hasan Ali Ünal’dan haber alınamıyor. O sırada Servet Kaya sabah saatlerinde Üsküdar Müftülüğü’nü arıyor ve “Müftüye suikast düzenlendi” deyip telefonu kapatıyor. Bu telefona kadar müftünün öldürüldüğünü katilleri dışında kimse bilmiyordu. Bu telefondan kısa süre sonra da inşaatta cansız bir insan cesedi bulunduğu yönünde bir ihbar telefonu geliyor ve Müftü Ünal’ın cesedi bulunuyor.
– Servet Kaya kim?
Servet Kaya, sanık İmdat Kaya’nın kardeşi, ancak iki ismin kardeş olduğunun emniyet tarafından tespit edilme hikayesi de oldukça ilginç. Servet Kaya çok komik bir savunma ile serbest bırakıldı. Servet Kaya’nın cinayetteki rolü Müftülüğe ettiği telefonla ilgili. Kimse müftünün öldüğünü bilmezken, Servet Kaya nereden biliyor? Bu sorunun yanıtı, cinayetin asıl faillerine götürüyor dosyayı.
– İmdat Kaya kim?
İmdat Kaya o tarihte Balat’taki Hızır Çavuş Camii’nde imamlık yapıyor. İsmailağa Cemaati’ne yakın bir isim. Ölüm fetvası itirafını da yapan isim. Tabi İmdat Kaya 1990’lı yıllarda da adından çokça söz ettirdi. Özellikle 28 Şubat dönemi öncesinde. En son olarak 2017 yılında AKP’nin “kanaat önderi” olarak bir toplantısında boy göstermişti.
– Sonuçta tetiği kim çekiyor?
Tetiği çeken isim Hamza Akdağ. Ancak Akdağ cinayetin ardından yaklaşık 40 yıl geçmesine rağmen yakalanamadı.
– Peki kim, kimler azmettiriyor?
Savcının iddianamesine göre azmettirenler Mahmut Ustaosmanoğlu, Ahmet Özer, Ahmet Vanlıoğlu ve İmdat Kaya. Ancak mahkemenin kararına göre azmettiren yok. Ceza alanlar savunmalarına başlamadan önce “Nakşibendi tarikatı müridiyim”, “şeyhim Mahmut Ustaosmanoğlu” diyorlar. Ama gelin görün ki, işportacılık yaparak geçimlerini sağlayan bu isimler, bir anda Üsküdar Müftüsü Hasan Ali Ünal’ı öldürmeye karar veriyorlar. Bir plan yapıyorlar ve organize olarak cinayet işliyorlar.
– Ömer Arlı neden kilit isim?
Çünkü İsmailağa cemaati şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu, Ahmet Özer, Ahmet Vanlıoğlu, İmdat Kaya ile tetikçiler Hamza Akdağ, Turgay Taş ve Abbas Çelik arasındaki her türlü iletişimi Ömer Arlı yapıyor.
– Katiller para da alıyor mu?
Tabii para trafiği yaşanıyor. Ömer Arlı’nın Ahmet Vanlıoğlu ile defalarca para için yaptığı görüşmeler var. Bunları Vanlıoğlu da kabul ediyor ifadelerinde…
– Kimse yakalanıyor mu, ceza alıyor mu?
Hamza Akdağ dışındaki tüm isimler yakalandı. Ancak tutuklanan ve ceza alan isimler Ömer Arlı, Turgay Taş ve Abbas Çelik.
FAİLLERİN AVUKATINI ÇOK İYİ TANIYORUZ
– Faillerin avukatı kim, tanıyor muyuz?
Hem de çok iyi tanıyoruz: İsmailağa cemaati lideri Ustaosmanoğlu, Vanlıoğlu ve Özer’in avukatı, Milli Selamet Partisi’nin (MSP) koalisyon hükümetinde yer aldığı 1975-77 yılları arasında Adalet Bakanlığı yapmış İsmail Müftüoğlu’ydu. Müftüoğlu, MSP’den Sakarya milletvekili idi. İmdat Kaya, Abbas Çelik ve Turgay Taş’ın avukatlığını ise Orhan Töz yaptı. Orhan Töz, MSP’nin 1973 yılında CHP ile koalisyon yaptığı dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan’ın özel kalemiydi. Orhan Töz, 2019 yılında Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın da avukatlığını yaptığını söyledi. Avukat Töz, Yeni Akit gazetesinde de yer aldı. Yani sanıkların avukatlarına baktığımızda aynı siyasi gelenek içinden gelen isimler olduğu görülüyor.
– Müftünün avukatı da tanıdık değil mi?
Evet. Hasan Ali Ünal’ın avukatları; Ertuğrul Yalçınbayır, Yahya Şimşek ve Ali Arabacı. Ertuğrul Yalçınbayır AKP’nin kurucuları arasında yer alıyor. Aynı zamanda AKP hükümetinde Başbakan Yardımcılığı da yaptı. Yahya Şimşek CHP’den Ali Arabacı ise DSP’den milletvekilliği yaptı. Fakat Ertuğrul Yalçınbayır’ın durumu biraz farklı, çünkü bir akrabalık ilişkisi de var Müftü Ünal ile. Keza kitabı yazma sürecinde Yalçınbayır’ı Bursa’da da ziyaret ettim. Davaya ilişkin sorularımı kendisine yönelttim. Aradan yaklaşık 40 yıl geçmişti. Haliyle kendisi de hatırlamakta zorlandı, ama kritik açıklamalar yaptı bana. Yalçınbayır’ın sözlerinden, bugün dahi davadaki çelişkili durumların çözümlenmediği görülüyor.
– İsmailağa’nın lideri her şeyi biliyor, ama saklıyor diyebilir miyiz?
İsmailağa Cemaati lideri Ustaosmanoğlu’nun kendi ifadesi var ve kitapta bunu verdim. Bildiğini ve sakladığını zaten söylüyor.
CEMAATLER KORUNDUĞU İÇİN 15 TEMMUZ YAŞANDI
– Cemaatler özel olarak korunuyor diyebilir miyiz?
Cumhuriyet, doğrudan bireyin hayatına müdahale eden, ona şekil veren, yönlendiren cemaatlere karşı Laiklik devrimi ile çıktı. Laiklik ile din ve vicdan özgürlüğünün iki kardeş olduğu gözler önüne serildi. Çünkü laiklik, en çok dindar yurttaşlarımızın inançlarının onlara bir bıçak gibi saplanmasını engelliyor. Cemaatlere, 1950’li yıllarda başlayan siyasi destek, beraberinde dokunulmazlık, cezasızlık ve adaletsizliği getirdi. 12 Eylül darbesi ise cemaatler için adeta bir sıçrama tahtası oldu. Cemaatler korunduğu için bu ülkede 15 Temmuz darbesi yaşandı. Keza bu kitap da cemaatlerin özel olarak korunduğunun göstergesi.
– Diyanetin bir müftüsü öldürülüyor. Diyanet davaya hiç müdahil oluyor mu?
Hayır. Yanıtım şaşırtıcı oldu değil mi? Diyanet’in başarılı bir müftüsü öldürülüyor ama Diyanet bu davaya müdahil olmuyor. Yani Diyanet müdahil olmayarak, cemaat ile kendi müftüsü arasında cemaatlerden yana taraf oldu. Benim yorumum bu. Diyanet’in şehitler albümünde yer alıyor Müftü Ünal. Keza o albüme de kitapta yer verdim. Albümü bulma hikayem de çok ilginç, kitapta onu da anlattım.
TARİKATLARDA AŞK CİNAYETİ DE VAR, POLİTİK CİNAYET DE!
– Kitapta başka hangi tarikatlarda işlenen cinayetlere yer veriyorsunuz? Hepsi politik mi?
Kitaba başlamadan önce cemaatlere ait onlarca cinayet dosyası okudum. Tabi ki hepsine yer vermem mümkün değildi. O yüzden cinayetler arasında farklılıklar aradım. Hepsi politik değil. Kitapta aşk cinayeti de var, para alış-verişinden kaynaklanan cinayette var, cemaat içindeki güç kavgalarından kaynaklanan cinayette. Kitapta Rufai tarikatı da var Nurcular da, Nakşibendi tarikatının kolları da var Zilan Şeyhi de… Tabii ki söz konusu cemaatler olunca, cezasızlık yine kendisini gösteriyor. Türkiye’de cemaat liderliği ya da şeyhlik ile üzerinize bir zırh geçirmiş oluyorsunuz. Bu zırh sizi devlet kurumlarında korunaklı ve ayrıcalıklı hale getiriyor.
SIRLAMA YÖNTEMİYLE DIŞI PÜRÜZSÜZ GÖRÜNÜYOR
– Hiçbir tarikat/cemaat liderine ulaşabildiniz mi?
Birçok tarafa ulaşmaya çalıştım. Bazılarının zor da olsa aileleri ile konuştum. Fakat cemaatlerin içe kapalı yapısı dışarıya bilgi vermeye açık değil. Şöyle bir örnek vereyim: Dosyalardan birinde hayatını kaybetmiş bir ismin kardeşine ulaştım. Bana yanıtı, “bu cemaatle uğraşma başın belaya girer, çok güçlüler” şeklinde oldu. Kimi dosyalardaki avukatlar dahi konuşmaktan çekindi. Düşünün, 10 yıl öncesine kadar Türkiye’deki liberaller bu cemaatleri “sivil toplum örgütü onlar” diye toplumun önüne çıkarıyorlardı. Duruşmalarda şeyhlerinin biz göz hareketiyle ifadesini değiştiren yapılardan söz ediyoruz. Seramik yapımında çalışanlar bilir. “Sırlama” diye bir yöntem vardır. Bu sayede seramiğin dışı hem pürüzsüz görülüyor hem de seramiğe su geçirmeme özelliği kazandırılıyor. Türkiye’deki cemaatlerde de bir nevi “sırlama” yapılıyor. Cemaat içinde yaşanan bir cinayet ya da olay da, tıpkı seramik yapımında olduğu gibi sırlanıyor. Dışarıya tek bir su damlası/söz çıkamaz. Dışarıdan pürüzsüz görünen yapının içi aslında hiç de öyle değil. Bundan dolayı ki bu kitabı yazmak uzun zaman aldı. Kitabı okuyanlar sona yaklaştıkça Cumhuriyet devrimlerinin kıymetini çok daha iyi anlayacağını düşünüyorum.
Fotoğraf: Kurtuluş Arı