Getty ImagesTaliban’ın Afganistan’da kontrolü ele geçirmesi ve 15 Ağustos’ta başkent Kabil’e girmesi sonrası birçok ülke, hem kendi …
Taliban’ın Afganistan’da kontrolü ele geçirmesi ve 15 Ağustos’ta başkent Kabil’e girmesi sonrası birçok ülke, hem kendi vatandaşlarını hem de kendileri için çalışan ve tehdit altında olan Afganları tahliye ediyor.
Cuma günü Kabil’den kalkan bir uçakta da onlarca yardım görevlisi ve gönüllü de vardı.
ABD’nin tam çekilme için verdiği son tarih 31 Ağustos. Taliban da bu tarihe kadar çekilme ve tahliyelerin bitmesi gerektiğini; sonrasında “sonuçları olacağını” duyurdu.
Şu an için tahliyelerde Taliban, NATO güçleriyle işbirliği yapıyor gibi görünüyor.
Ancak 31 Ağustos sonrası insani yardım kuruluşları, uluslararası siyasi ve ekonomik temelli kuruluşların ve 20 yıldır ülkede varlığını koruyan ülkelerin ne yapacağı hâlâ belirsiz.
Taliban’la resmen iletişim mi kurmalı yoksa bunca yıldır yapılan yatırımları ve 38 milyon Afganı geride bırakıp çıkmalı mı?
15 Ağustos sonrası ilk kez canlı yayında uluslararası basından temsilcilerin de katıldığı bir basın toplantısı düzenleyen; kadın hakları ve basın özgürlüğü konusunda biraz daha yumuşak olabileceğine dair mesajlar vermeye çalışan Taliban, ABD işgali öncesi yani 1996-2001 arası çok sert yasaklar ve şiddet içerikli uygulamalarla ülkenin büyük kısmını yönetmiş; burka giymeyen kadınları vahşi şekillerde cezalandırmış; birçok katliam ve çatışmaya imza atmıştı.
Bu sebeple birçokları Taliban’ın değişebileceğine inanmıyor. Taliban da şeriat kurallarını uygulamaya devam edeceğini açıkça söylüyor.
Reuters haber ajansına konuşan Stanford Üniversitesi’nden tarih profesörü Robert Crews, uluslararası kuruluşlar için bu durumun bir ciddi bir ikilem olduğu görüşünde:
“Eğer bir devlet hastanesinde yardım görevlisiyseniz, meşruiyeti ciddi şekilde sorgulanan bir rejime hizmet ediyorsunuz demektir. Peki herkes bırakıp giderse devlet çöker mi?”
Afganistan’ın bütçesinin yüzde 70’inden fazlası uluslararası bağışçılar, özellikle de ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) tarafından fonlanıyor.
Afganistan’da 2015-2016 yılları arası büyükelçilik yapan ve şu an Cohen Group danışmanlık şirketinde çalışan Michael McKinley, “Taliban da yurt dışından fonlara ihtiyaç duyacak. Tabii 1996-2001 arasında olduğu gibi, hükümeti minimal bir şekilde yönetmeye karar vermezlerse… Uyuşturucu ticaretinin onları yönetimde tutmaya yetecek bir gelir kaynağı olmadığını gördük” diyor.
Bazı uzmanlar, Taliban’la iletişim kurmak ve işbirliği yapmak başarılamazsa bunun sonuçlarının çok daha büyük krizlere yol açacağı görüşünde.
Washington’daki Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nden Daniel Runde, 1979-1989 arasındaki Sovyetlerin Afganistan’ı işgalini hatırlatıyor:
“Fişi çekip çıkmak için dayanılmaz bir istek olacaktır. Ama bunu 1989’da yaptık ve sadece iki yıl sonra 11 Eylül saldırıları yapıldı.”
Milyarlarca dolar yatırım yapıldı
Hem yabancı güçler hem de yardım kuruluşları, yaklaşık 10 gündür binlerce çalışanını tahliye etmeye çalışıyor.
Ancak bunları yaparken çoktan başlamış ancak sallantıda kalmış olan milyarlarca dolarlık projeyi de geride, Afganistan Yeniden İnşa Emanet Fonu’nda.
Afgan Yeniden İnşa Generali’nin Özel Araştırmacısı’nın 30 Temmuz tarihli raporuna göre ABD, 2002’den bu yana ülkeye 145 milyar dolarlık yatırım yaptı.
Dünya Bankası da aktif 27 proje için 2 milyar dolarlık hibe yapıyor.
Cuma günü Pakistan’da İslamabad’a inen bir Kabil tahliye uçağında, birçok Dünya Bankası çalışanı vardı. Hem çalışanlar, hem kendilerine destek veren yerel Afgan sözleşmeli personel hem de tümünün aileleri bu uçakla Afganistan’dan çıkarıldı.
Başkan David Malpass, “Afganistan’daki kalkınma için yaptığımız çalışmalar bölge için kritik önemde. Umarım ülke tekrar istikrara kavuştuğunda yeniden gidip orada çalışma şansımız olur” diyor.
Afganistan’da kapsamlı operasyonları olan Asya Kalkınma Bankası da, ülkedeki “ekonomik ve sosyal kalkınmayı destekleme yönündeki bağlılıklarını” sürdürecekleri açıklamasında bulundu.
1 Şubat’ta askeri darbe ile sarsılan Myanmar’da da Afganistan’daki durum ile paralellikler var. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) buradaki tüm projelerini ve yaptığı ödemeleri durdurdu. Koronavirüs vakalarının ülkede giderek artıyor olmasına karşın da dondurulan bu işlemler devam ettirilmedi.
ABD’nin ağırlıklı olarak hisselerini elinde bulundurduğu iki kurum da, ani hükümet değişiklikleri durumunda üyeliklerinin gerektirdiği şekilde davrandıkları açıklamasını yaptı.
Üyelerinin Afgan hükümetini tanıyıp tanımadığı konusunda net bir açıklama yapmayan IMF, Pazartesi günü yeni parasal rezervlerine eklediği 440 milyon da dahil fon kaynaklarına Afganistan’ın erişimini durdurdu.
ABD’de ise dev sosyal medya şirketleri ve doğal kaynak şirketleri dahil çok sayıda kurum Taliban ile hangi düzeyde temaslar kuracakları konusunda bölünmüş durumda. Uluslararası toplumda da örgütün hangi kategoride sayıldığı halen muğlak.
Taliban’ın liderlerinden gelen açıklamalara bakarak örgütün “dışarıya verdiği izlenim” üzerinden değerlendirme yapmak durumunda kalacaklarını söyleyen CSIS’den Runde de, “Bu konuda ciddi olduklarını kanıtlamalılar” diyor.
2011-2012 yılları arasında ABD’nin Afganistan’daki büyükelçisi olarak görev yapan ve ABD’nin ülkeden askerlerini çekmesini açıkça eleştiren Ryan Crocker , Taliban’a güvenmenin seçenekler dahilinde olmaması gerektiği yorumunu yapıyor.
Carnegie Uluslararası Barış Vakfı için bir blog yazısı kaleme alan Crocker, “Taliban kontrolü yeniden eline geçirdi ve El Kaideli müttefiklerini de yanlarına çekeceklerdir. Bu varsayımlara dayalı bir güvenlik tehdidi değil. Bu gruplar 9 Eylül saldırılarının arkasındaydı ve aradaki zamanda daha iyi ve kibar insanlara dönüşmediler” diyor.