Tutkunun ve başkaldırının dansı benim için flamenko. Ritimdeki uyumu iliklerimize kadar hissettiren dansın alasını seyrettik deyim yerindeyse …
Tutkunun ve başkaldırının dansı benim için flamenko. Ritimdeki uyumu iliklerimize kadar hissettiren dansın alasını seyrettik deyim yerindeyse. Cemal Reşit Rey’de sahnelenen Patricia Guerrero’nun “Distopya” adlı gösterisi tutkuyu, gücü, hüznü, aşkı ve deliliği dansla anlattı.
Her kıyafet bir durumu temsil ediyordu. Kırmızı, siyah, kırmızı, siyah içi kırmızı fırfırlı bir elbise ve son olarak ise beyaz.
Çıkmazın içinde, tutkulu, isyanın üst noktası, delirmişliğin verdiği hüzün ve son olarak bir ışık ve tekrar canlanma.
Patricia Guerrero, dansıyla sosyal konulara dikkat çekmeyi amaçlamış ve bunu da başarmış.
Dans ile tüm bunları bir hikâye içinde anlamak zor ama seyirci için keyif verici.
Patricia Guerrero’nun müzik, anlatı ve dans uyumu bizi bizden aldı.
Distopya, ütopik bir toplum anlayışının anti-tezini tanımlamak için kullanılır, baskıcı bir anlayış gibi… Distopya bir kavram olarak gerçeğin kâbusla birleştiği istenmeyen bir hayal dünyasını da tanımlar aslında.
Gerçek ile hayal arasında gittik geldik. Kişinin kendi iç algısı ya da seyircinin ne anladığı ya da neyi anlamak istediğinin tercihi…
Kısacası ne anlıyorsanız o yani tam anlatıya çok takılmadan sadece ritmin ve dansın gücüne kendinizi bırakın ve tadını çıkarın.
Patricia Guerrero’da biraz bunu da hedeflemiş aslında “Distopya”da…