Büyükada’da (1925) doğan ressam Tiraje Dikmen’i 1 Eylül 2014’te kaybettik. O günden bu yana İstanbul Üniversitesi’ne bıraktığı mirasına ne yazık …
Büyükada’da (1925) doğan ressam Tiraje Dikmen’i 1 Eylül 2014’te kaybettik. O günden bu yana İstanbul Üniversitesi’ne bıraktığı mirasına ne yazık ki sahip çıkılmaması, hatta Büyükada’daki koruma altında olan art deco Dikmen Köşkü’nün içindeki sanat eserlerine bile sahip çıkılmadan kiralanıp otel yapılmak istenmesi, onun mirasının erimesi, yağmalanması Tiraje’nin ikinci kez ölümü gibi. Tereke Hâkimliği, adadaki istismarcılarla birlikte akıl almaz kararlar alıyor. Tiraje Dikmen, bu köşk yüzünden Paris’te kendisine Leopold Levy’den kalan muhteşem atölyede bile istediği gibi çalışamadı. Beni asıl onun sanatsal mirasının kaybolması üzüyor, sanatçıya sergi bile yapılmıyor.
YALNIZ SANATÇI
Çizgiler, renklerle kurguladığı imgeleriyle pek az görsel sanatçının göze alabildiği patikalarda yürüyen sanatçı “farklı bir dünya” kurguladı. Çalışmalarını, yaşam tarzını korumak amacıyla yalnızlığı tercih eden sanatçı ikisi Paris’te olmak üzere sadece sekiz kişisel sergi açtı.
Veteriner Cafer Dikmen’in küçük kızı olan sanatçı, tıpkı ablası Şükriye gibi sanata çok küçük yaşta gönül vermişti. Işık Lisesi’nin ardından İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne yazılmasınsa rağmen İstanbul Akademisi’nde Léopold Lévy (1882-1966) ile resim çalışmaya başladı. Lévy, Tiraje’nin hayatında önce hocası, sonra da yoldaşı olarak çok önemli bir rol oynamıştı. 1949’da Fransız hükümeti bursuyla Paris’e giden genç sanatçı burada kendisini resmin aktöresine adamıştı.
Tiraje, 1956’da ünlü Galerie Edouard Loeb’da desenleriyle ilk kişisel sergini açtığında Max Ernst iki çalışmasını satın almıştı. Bu yıllarda Man Ray, George Braque, André Breton, Yves Tanguy, George Herold, Victor Brauner başta olmak “Gerçeküstücü” çevrelere yakın olmasına rağmen çalışmalarında sürrealist denemelere girmemiştir. İnsan figürünü anlatıcı olmayan öğelerle yorumlayan sanatçı, çalışmalarında “bireyin dramını” derinlemesine irdeleyen etkileyici bir tarz geliştirmeyi başardı.
1960 yılında bu kez yağlıboyalarıyla Galerie Edouard Loeb’da ikinci kişisel sergisini açan sanatçı destekleyici eleştiriler almıştı. Lévy 1966’da vefat ettiğinde atölyesini ve resimlerini Tiraje’nin sorumluluğuna bıraktı. 1968’de Paris’teki öğrenci protestolarına tanıklık etmesi onun sanatını derinden etkiledi. Ailevi sorunlar nedeniyle 1970’lerin ortasından itibaren daha sık İstanbul’a gelen sanatçı, 1990’lara dek göç etmek zorunda bırakılanlar üzerine çalıştı. Bazen küçük bir leke, bazen belli belirsiz bir çizgiyle göçmenlerin dramını, yaşam zorluklarını imgeleştiren sanatçı, Patrick Waldberg’in kendisi için kaleme aldığı bir yazıda belirttiği gibi “Zamanın Hafızası”nı görselleştirdi. Adalar’ın sit alanı ilan edilerek korunması için bir avuç gönüllüyle birlikte uğraşan Tiraje, doğanın, tarihsel dokunun, belleğin korunması için mücadele etti. Kültürel yozlaşmanın, lümpenleşmenin zirve yaptığı 2000’li yıllarda sanatçı kendisini evine, bahçesine kapatarak korumaya çalıştıysa da gözü gibi koruduğu köşkünü garip bir gelecek bekliyordu.
ÜNİVERSİTE SAHİP ÇIKMADI
Sanatçı kapsamlı mal varlığını, resimlerini, arşivini İstanbul Üniversitesi’ne bırakmıştı. Ancak üniversitenin ilgisizliğine, vurdumduymazlığına Tereke Hâkimliği’ndeki gariplikler de eklenince filmlere konu olabilecek gelişmeler oldu. Güya koruma altındaki arşivden çalınan belgelerin müzayedelere düşmesiyle başlayan skandallara yenileri eklendi.
Son bilgiler utanç verici: Dikmen Köşkü, otel olmak üzere kiraya verilmiş! İstanbul Üniversitesi’nin itirazda bulunma zahmetini göstermediği bu karar dehşet! Mal varlığını bir tarafa bırakalım Dikmen Arşivi Türk Modern Sanatı’nın 1900-50 dönemine tanıklık eden eşsiz malzemelerle dolu bir hazineydi. Bu durumda susmak değil haykırmak gerekiyor. Ama Tiraje’nin hiç dilinden düşürmediği o zarif deyişiyle: Kimin için, kime, kim duyar ki?