Ege Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Lenger, “Artan işsizlikle birlikte yoksulluğun çok daha fazla artacağını …
Ege Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Lenger, “Artan işsizlikle birlikte yoksulluğun çok daha fazla artacağını vurgulayarak “Yazık ki vatandaşı çok zor günler bekliyor. Yaz döneminde kapanmanın sona ermesiyle iş bulma olanakları artsa da salgın henüz sona ermediği için önümüzdeki dönemde büyük bir belirsizlik var. Yeni bir kapanmada bu insanların iş bulması çok zor” dedi.
Faizin idari kararla değil, ancak sermaye birikimini güçlendirerek düşürülebileceğine dikkat çeken Lenger, Merkez Bankası net rezervlerinin negatif düzeylere düşmesiyle, Türkiye ekonomisine güvenin azaldığını ve kırılganlığın arttığını vurguladı. Prof. Dr. Aykut Lenger ile Türkiye ekonomisinin yaşadığı krizi konuştuk.
– Türkiye ekonomisi bu noktaya nasıl geldi?
Bu noktaya gelişimizi, küresel salgının yanı sıra sistemik, yapısal ve yönetim pratiğine ait sorunlarla açıklayabiliriz. Son kırk yıldır egemen olan küreselleşmenin felsefi arka planında, kutsanmış bir “piyasa her türlü ekonomik sorunu çözer” anlayışı belirgindi. Piyasa, ekonomik sorunları çözer ama güçlüyü daha da güçlendirerek, zayıf olanı daha da zayıflatarak, gerektiğinde yok ederek çözer. Böyle bir yapıda, üstünlükleri ve zayıflıkları farklı olan ekonomilerin de birbiriyle ilişkileri güçlünün daha güçlü, zayıfın daha zayıf hale gelmesine yol açar.
Türkiye, göreli ucuz ve niteliksiz işgücü, teknoloji ve sermaye açığı, düşük teknoloji ürünlerinin üretiminde uzmanlaşmayla küresel düzende yer alan bir oyuncudur. Bu nitelikleriyle sürekli açık veren bir ülkedir ve dış kaynağa bağımlıdır. Açığı bulunan ülkelere akan kısa vadeli spekülatif sermaye, döviz kuru üzerinde baskı yaratarak yerli paranın değerlenmesine yol açar. Döviz kuru ülkelerin satın alma güçlerinin bir yansımasıdır.
Düşük döviz, üretimde kullanılan girdilerin ucuza ithal edilerek bağımlı üretimin önünü açar. İthalat ucuzlayınca, yalnızca üretim girdileri değil, son derece pahalı olan tüketim malları da ucuzlamıştır ve bolca ithal edilir. İhracatınız artar ama ithalatınız daha fazla artar. Üretiminiz artar ama tüketiminiz daha fazla artar. Aradaki makas açıldıkça sistem sürdürülemez hale gelir, sermaye kaçışları nedeniyle döviz kurunun değeri hızla yükselir, üretim daralır, dış ticaret dengesi azalır. Aslında kurun ani yükselmesi başlı başına bir krizin varlığını gösterir.
– Son dönemlerde kur da faiz de çok yükseldi, bu krizin de göstergesi yani?
Yüksek kur, süregiden yapısal sorunlarla birlikte üretim üzerinde olumsuz etkiler doğurmaktadır. Dövizin yükselmesi ithal girdi maliyetini artırdığından bu bağımlı ekonomik yapıda büyümeyi sınırlar. Teknoloji, niteliksiz işgücü talebini düşürürken nitelikli işgücü talebini artırır. Nüfusa yeterli düzeyde beceri ve nitelik kazandıramadığımız için işsizliğin bir kısmını buna bağlayabiliriz. Küresel salgının da üretim ve işsizlik üzerinde çok olumsuz etkileri var. Bu kaygan zeminde, salgının getirdiği ekonomik sorunlarla başa çıkabilmek için ekonomi yönetiminin çok üstün bir performans göstermesi gerekir. Oysa Türkiye, daha ekonomi kurumlarının yönetimindeki istikrar sorunuyla başa çıkamamaktadır.
EN ÖNEMLİSİ EĞİTİM REFORMU
– Şu anda Türkiye ekonomisinin en can yakıcı sorunları nelerdir?
İşsizlik, gelir dağılımındaki bozukluk ve yoksulluk ilk sıralarda gelir. İyi kötü bir gelire sahip olan insanlarımızın bile açlıkla karşı karşıya kalabildiklerine tanık oluyoruz. İthal girdi bağımlı üretim yapısı, dış kaynak bağımlılığı, düşük katma değer ve bazı alanlardaki üretimsizlik nedeniyle yüksek döviz kurunun neden olduğu yüksek enflasyon da unutulmamalı. Nitelikli beyin göçü ve kayıt dışı ekonomi diğer önemli sorunlar.
– Çözüm için neler önerirsiniz?
Kısa vadede dengesizlikleri ortadan kaldırarak istikrarlı bir ekonomik ortam sağlanmalı. Uzun vadede ise bağımlı üretim yapısının ortaya koyduğu kısıtları aşarak yüksek katma değer üretimi sağlayacak adımlar önerilebilir. İthal girdi bağımlılığını azaltmak için yeni yatırımlar, Ar&Ge’ye önemli kaynak ayrılması yoluyla teknoloji açığının kapatılması akla ilk gelen önlemler. Güçlü üretim ve ihracat yapısı için markalaşma ve Ar&Ge büyük önem taşıyor. Ancak markalaşma için dünyanın büyük bölümündeki Türkiye imgesi iyileştirilmeli.
Taşıdığı yüksek risk ve belirsizlik, gereken yüksek bilgi birikimi ve buna bağlı olarak yüksek yatırım maliyeti gibi nedenlerle özel sektör yüksek teknolojiye yeterli yatırım yapmıyor.
En önemli reform, eğitim reformu. Teknolojik işsizlik sorunu, eğitimin bireylerin bilgi ve becerilerini bugünkünden çok farklı bir düzeye taşımasını zorunlu kılıyor. Reform, öncelikle bunu hedeflemeli. Daha önemlisi, önce toplumsal zihin yapısını değiştirerek ekonominin yapısını dönüştürmede bir araç olarak kullanılmalı. Yeni fikir üretiminin kurumsal altyapısı koşulsuz bir düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Bunun için gerçek anlamda hukuk ve adalet reformu ve yargı bağımsızlığına ihtiyaç var. Oysa bizde Osmanlı’dan miras kalan kul zihniyetinin yansımalarını hâlâ gözleyebilirsiniz.
DÖVİZ KURUNDA ARTIŞ BASKISI
– Kısa çalışma ödeneği sona erdi. İşten çıkarmalar da arttı. Ekonominin genel gidişatını göz önünde bulundurursak vatandaşı nasıl günler bekliyor?
Yazık ki çok zor günler bekliyor. Artan işsizlikle birlikte yoksulluğun çok daha fazla artacağı öngörülebilir. Yaz döneminde kapanmanın sona ermesiyle iş bulma olanakları artsa da salgın henüz sona ermediği için önümüzdeki dönemde büyük bir belirsizlik var. Yeni bir kapanmada bu insanların iş bulması çok zor.
– Batık krediler açısından ne tür riskler görüyorsunuz?
Bankacılık sektörü açısından asıl risk, kur riskidir. Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre Mart 2020’de 307.4 milyar TL olan döviz açık pozisyonu, Mart 2021’de 435.4 milyar TL’ye yükseldi. Bu döviz açık pozisyonunun kurda artış baskısı oluşturduğunu söyleyebiliriz.
FAİZ, İDARİ KARARLA DÜŞMEZ
– Gerek Merkez Bankası gerek TÜİK ve ekonomi ile ilgili bakanlıklarda peş peşe görev değişiklikleri oldu. Bu kadar sık görev değişiklikleri ekonomiyi nasıl etkiliyor?
Yönetme erkinin paylaşımı ve fren-denge mekanizması olmadığından, yönetimin başka bir kuruma ait olduğu izlenimi oluşuyor, karar alma ve uygulamada iradenin kırılmasına neden oluyor. Merkez bankalarının birinci görevi, fiyat istikrarını sağlamaktır. Gelen baskılarla, enflasyon yerine, faiz hedeflemesine geçildi. Dikkat ediniz, literatürde böyle bir kavram yok. Bu görev değişiklikleri faiz hedeflemesinde ısrarcı olduğu mesajını verdiği için ekonomide kırılganlık artıyor. Elbette bir ekonomi için zararlıdır ama yüksek faiz aslında bir göstergedir, sermaye birikiminizin yeterli olmadığını gösterir. Faizi idari kararla değil ancak sermaye birikiminizi güçlendirerek düşürebilirsiniz. Enflasyonun altında faiz belirlediğinizde, altına, dövize talep artar, TL değer kaybeder. Faizi ekonominin gereklerine göre değil de öyle istediğimiz için idari kararla düşürdüğümüzde, başımıza ne geleceğini aslında 1994’te görmüştük. TÜİK de politikaların doğru tasarlanması için bilgi altyapısı sağlayan kurum. Ancak enflasyon ve büyüme rakamları hakkında kuşkular var. Güven sağlamak için oluşturulan komiteler de son görev değişikliğinden sonra dağıtıldı. Çok fazla görev değişikliği bütün kurumlar için her zaman olumsuz mesaj verir.
– Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarlık rezervi tüketildi. Bu, ne tür sonuçlar doğuracak?
Net rezervler negatif düzeylere düşünce, Türkiye ekonomisine güven azaldı, ekonomide kırılganlık arttı, sermaye çıkışı ve döviz kurunda artış beklentisi oluştu. Merkez Bankası çalışanları, Türkiye’nin en seçkin iktisatçıları arasındadır. Döviz kurlarının rezerv satarak kontrol altına alınamayacağını biliyorlar. Önceki yönetimler bu yola başvurmadı. Faiz seçeneği dışlanınca bu yola başvurmak zorunda kalındı.
TEKRAR KAPANMA ENDİŞELENDİRİYOR
– Yılsonu büyüme, işsizlik, enflasyon, faiz, kur öngörüleriniz nelerdir, bu alanlarda ne tür riskler görüyorsunuz?
Sonbaharda yeni virüs dalgası nedeniyle kapanma yaşanmazsa, ekonomik canlanma ve baz etkisiyle büyüme oranında artış, işsizlik oranında az da olsa azalma görülebilir. Faizin bu düzeylerde tutulmaya çalışılacağını tahmin ediyorum. Eylül ayı ile birlikte enflasyonda biraz yükselme olsa da yılsonunda çok büyük bir artış olacağını sanmıyorum. Döviz kurunda ise sınırlı bir artış görülebilir. Olası bir kapanmanın getireceği ekonomik daralmayla birlikte, bizi daha olumsuz bir tablo bekler.