İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Levent, Yardımla ayakta kalan kişilerin 17 milyonun üzerinde olduğuna işaret ederek …
İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Levent, Yardımla ayakta kalan kişilerin 17 milyonun üzerinde olduğuna işaret ederek “Çok önemli bir hayat pahalılığı ile karşı karşıyayız. Krizlerle yaşamaya alışkınız ama daha önce karşılaşmadığımız yıkıcı bir krizle karşı karşıya kalabiliriz” dedi.
Enflasyonun Türkiye’de kader olarak algılandığını, ama bunun kader değil bilinçli bir tercih olduğunu vurgulayan Levent, “Kırsal bölgeler şu anda derin yoksulluğun içinde. Ama onların bir avantajı var, kendi ürettiklerinden tükettikleri için açlık hissetmiyorlar. Şimdi şehirdekiler açlık tehlikesi barındırır hale geldi” dedi. Prof. Dr. Haluk Levent ile işsizliği ve yoksulluğun boyutlarını konuştuk.
Prof. Dr. Haluk Levent
– Ciddi işsizlikle karşı karşıyayız, TÜİK’in açıkladığı rakamlar ne kadar gerçeği yansıtıyor?
15-20 yıldır TÜİK işsizlik verilerini yanlış ölçüyor deniliyor. Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde Eurostat tarafından rakamlar denetleniyor. TÜİK’in ürettiği, gelir ve yaşam koşulları endeksi, işsizlik gibi verilerde bugün için bir çarpıtma olduğu söylenemez, ancak üretilen verilerin gerçeklikle ne ölçüde uyumlu olduğu tartışılabilir. Dar tanımlı işsizlik, işgücü piyasasında olanları yansıtmaktan çok uzak. TÜİK rakamları çarpıtıyor da olabilir. Sürekli başkan değişikliğine gidiliyor. Kadroların değişmesi şüpheleri büsbütün körüklüyor. İşgücü, Enflasyon Danışma Kurulu kurdular, ben de danışma kurulundaydım. Ama son başkan değişikliğiyle danışma kurulu da dağıtıldı. İşgücü verilerini kötü ölçtüğümüz konusunda herkes hemfikir. Enflasyonu da kötü ölçüyoruz. Çünkü uluslararası standartlar gelişmiş ekonomiler için tasarlanmıştır. Bunları ülkemize uyumlaştırıp veri üretmemiz lazım.
– Şu anda işgücünde nasıl bir tabloyla karşı karşıyayız?
Çok ciddi bir işsizlik problemi var. Dar tanımlı işsizlik bile çok yüksek. Biz tarım dışı işsizliğe bakıyoruz. Çünkü tarım işsizliği bu ortamı çok bulanık hale getiriyor. Bir hafta içinde bir saat bir işte çalıştın mı deniyor, çalıştım diyor, hem de tüm aile bireyleri. Biz yıllar önce yaptığımız bir araştırmada tarım dışı işsizlik ve istihdam diye bir tanım geliştirdik. Aynı zamanda geniş tanımlı işsizliğe de bakıyoruz. İşsizliğin kıyısında yer alan insanlar var. Biz buna eğreti istihdam diyoruz. Ya çalışıyor ya işgücü dışına çıkıyor. İşsizlik dışına çıktığında işsizlik verisine de girmiyor. O zaman demek ki TÜİK işsizlik oranını eksik yansıtıyor. Geniş tanımlıyı dikkate alsak da eksik. İstihdam kalitesi diye bir problemimiz var. Yani istihdam dışındakilerin oranı. İşsizliğin muadili gibi. Bu oran Türkiye’de çok yüksek. Sonuçta istihdam edilenlerin dışındakilerin oranı yüzde 60-65 civarında. Bu kabul edilebilir bir rakam değil. Bu da içinde bulunduğumuz felaketi tanımlamak için sadece bir başlangıç adımı. Eğreti istihdamda kişinin işi var gibi görünüyor ama süreklilik açısından soru işaretleri var. Eğreti olmayan istihdam yüzde 30-35’lerde, yarın da 6 ay sonra da işi olacağını bilen insanlar bunlar.
Asıl bütün ekonomiyi de kapsayan büyük problem ise işgücü piyasasına da yansıyan bölgeler arası büyük eşitsizlik.
AÇLIKLA KARŞI KARŞIYALAR
– Bölgeler arası eşitsizliğin boyutu ne?
Türkiye’yi kabaca beş fonksiyonel bölgeye ayırıyorum. En gelişmiş bölge Doğu Marmara, iktisadi, işgücü piyasasının yapısı bakımından Doğu Avrupa ülkeleriyle kıyaslanabilecek seviyede. En kötü durumdaki bölge “Doğu” diye adlandırdığım, Doğu Karadeniz, Kuzeydoğu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden oluşuyor. Bünyesinde 33 il var, örneğin, özel sektörün üretebildiği “eğreti olmayan istihdam” sadece yüzde 11’i seviyesinde. İşgücü anlamında asıl problem burada. Çünkü burası yoksulluk üretiyor. Göçü tetikliyor ve büyük gelir eşitsizliği yaratıyor. Çalışabilecek nüfusun yüzde 25’i bu bölgede ve çoğu da tarımda. Derin yoksulluk söz konusu. Fırsat eşitliği yerle bir edilmiş. Onun kronik hale gelmesi söz konusu.
– Kronikleşmiş bir yoksulluk var mı?
Tabii ki var. Kırsal kesim derin yoksulluğun içinde. Ama onların bir avantajı var kendi ürettiklerinden tükettikleri için açlık hissetmiyorlar. Ama şehre göç edenlerin kırla olan bağlantısı da zayıfladı. Oradakiler açlık tehlikesi barındırır hale geldi.
– Türkiye’de 17 milyonun yardımlarla ayakta olduğu söyleniyor, bu oran doğru mu?
Onun doğru hesaplandığını düşünmüyorum. Muhtemelen 17 milyondan daha fazladır. Derin bir yoksullaşma ve yoksullaşmada yaygınlaşma var. Özellikle son yapılan zamlar bu yoksullaşmanın derinleşmesine neden olacak. Kara bir kış bizi bekliyor. Bunun en büyük nedeni enerji zamları. Adım atılmadığı sürece yoksulluğun yaygınlığı ve derinliği artacak.
FAŞİZME KADAR GİDER
– Derin yoksulluğun yaratacağı sonuçlar neler olur?
Kutuplaşma. Bu yönetilmez ise lümpenleşmeye, orta sınıfın ortadan kalkmasıyla faşizme kadar gider.
AKP’nin verdiği hasarın ölçülebilir bir hasar olmadığını düşünüyorum. En az iki kuşak ve gelecek iki-üç kuşağı yerle bir eden bir iktidar olarak hatırlanacak.
İşsizlik meselesi gelecek yıllarda toplumsal dokuyu tamamen dağıtabilecek bir yapıya evrilebilir. Geniş kitleler için görülen enflasyon ortalama fiyat artışının çok üzerinde. Çok önemli bir hayat pahalılığı ile karşı karşıyayız. Krizlerle yaşamaya alışkınız, ama daha önce karşılaşmadığımız yıkıcı bir krizle karşı karşıya kalabiliriz. Kurumsal açıdan da böyle. Toplumsal bağları çözecek nitelikte bir yıkım halinden bahsediyorum. Büyük bir yönetememe hali var.
– Buna karşı ne yapılabilir?
Tek bir çözüm var: temel gelir. Bunu çok acil devreye almak lazım. Pandemide tüketici teknolojik yaşama çok hızlı adapte oldu. Bu, hizmet sektöründe büyük tahribata neden olacak. Bunun yaratacağı işsizlik büyük boyutlara ulaşacaktır. Bunun dibi yok. Geniş tanımlı işsizliğin daha fazla artacağı açık. Pandemide yüzde 30’a ulaştığını gördük, ilk adımda tekrar oraya gidebilir.
TRAVMATİK ÇÖKÜŞ
– Şu anda Türkiye’deki en temel problem nedir?
Yoksulluk ve işsizlik sosyal dokuyu parçalayacak seviyelerde bir tehdit barındırıyor. Bunun bu seviyelere gelmesinin nedenlerinden biri enflasyon. Enflasyon Türkiye’de kader olarak algılanıyor ama bu kader değil, bilinçli bir tercih.
Bizim tek bir problemimiz yok. Hepsi birbiriyle ilintili. Nasıl ve ne zaman çözeceğimize dair bir öncelik sıralaması gerekiyor. Bunun için stratejik bir plana ihtiyaç var. Eskiden kurumsal yapılar vardı, Devlet Planlama Teşkilatı vardı. Şu andaki büyük travmatik çöküşün nedenlerinden biri de bu kurumsal yapıların yok olmasından kaynaklanıyor.
– Bu travmatik çöküşün dibi var mı?
Yok. Toplumsal çöküşün dibi yoktur. Buradan çıkışın birinci adımı ise bu iktidarın gitmesidir. Siyasi, bürokratik kadrosuyla gitmesi gerekiyor. Ancak bu iyilik hali sorunları çözebilir.