Fikret Reyhan’ın ilk gösterimini 2020’de Antalya Film Festivali’nde yapan ve kendisine jüri özel ödülü kazandıran filmi “Çatlak” geçen yılın en …
Fikret Reyhan’ın ilk gösterimini 2020’de Antalya Film Festivali’nde yapan ve kendisine jüri özel ödülü kazandıran filmi “Çatlak” geçen yılın en beğenilen filmlerinden biriydi. İstanbul Film Festivali’nde de “en iyi yönetmen” ve “en iyi senaryo” ödüllerini alan Reyhan, filminde ağır bir borcun altında çatlamaya yüz tutan bir aileyi mercek altına alıyordu. İnce örülmüş senaryo matematiği, titiz oyuncu yönetimi ve son derece verimli mekân kullanımıyla dikkat çeken film bu hafta MUBI’de izleyiciyle buluştu. Biz de bu vesileyle Fikret Reyhan’a ulaştık ve filmi konuştuk.
– “Çatlak” tamamı neredeyse tek bir mekânda, birbirleriyle aynı apartmanda altlı üstlü oturan geniş bir ailenin baba evinde geçen bir film. İlk nüveleri nasıl atılmıştı filmin, sizin kafanızda ve tek mekân, tek gün fikri başından beri var mıydı?
– Hikâyenizde çatlağı oluşturan şey yüklü bir borç. Sizce para her şeyi çatlatan bir meta mı?
Paranın asıl sıkıntılı kısmı olan güç ve lüksten hiç bahsetmesek dahi sadece yaşama güdüsüyle kazandığı anlam ve karmaşıklık bile insanı derin bir bencilliğe itiyor. Öyle ki söz ettiğiniz tüm çatlakların ve tartışmaların özünde de bu bencillik var aslında. Parayı metalaştıran da bu bencillik duygusu bence.
– Film aile kavramının pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösteriyor. Aile nedir size göre, nasıl tanımlarsınız?
Tarım toplumu bize kalabalık ve içe dönük aileler vaat ederken, günümüzdeki aile biçimi kapitalizmin işleyişine uygun olarak varlığını daha çok biyolojik olarak sürdürüyor ve dışa dönük. “Kutsal aile” ve “aile değerleri” gibi kavramlar biraz da tarım toplumunun üretim ilişkilerine uygun olarak şekillenen kavramlardı. Çatlak’ta olduğu gibi Anadolu’dan İstanbul’a göç etmiş, tarım toplumu zihniyetiyle günümüzün kapitalist sistemine de kendini bir şekilde adapte etmeye çalışan bir ailenin gerek inanç gerekse gelenek anlamında deforme olmaması bir hayli zor. Hele Çatlak’taki gibi içi içe yaşamanın getirdiği klostrofobik yapıyı ve bireyin varoluşsal bencilliğini de hesap ettiğinizde aile içi büyük çatışmaların ve çatlakların oluşması kaçınılmaz oluyor.
– Toplumsal meselelere uzak durmayan bir sinemacısınız. Bugün Türkiye’de hangi çatlaklar çarpıyor gözünüze?
İnsan olarak geleneksel yapımız bu yoğun değişime ayak uydurma konusunda bu kadar acizken en büyük çatlakların içimizde yaşanması kaçınılmaz oluyor. İçimizde oluşan bütün bu çatlaklar ise bir bakıma toplumsal çatlakların da fay hattı gibi. Bu çatlaklar gerek insanı gerekse toplumu çürütmekten çok onları sistemin istediği yere doğru dönüştürmeyi hedefliyor. Bunun için de değişimin olduğu yerde her alanda çatlaklar olacaktır.