Getty ImagesMerkez Bankası Ocak toplantısında politika faizini sabit tuttu. Geçen ay gelen faiz indiriminin ardından “bir süre bekleneceği …
Merkez Bankası Ocak toplantısında politika faizini sabit tuttu. Geçen ay gelen faiz indiriminin ardından “bir süre bekleneceği” sinyali verilmiş olduğu için bu toplantının pas geçilmesi sürpriz yaratmadı. Ancak kararın sürpriz yaratmaması para politikasının anlaşılır ve öngörülebilir olduğu anlamına gelmiyor.
Bilakis, bir taraftan rekabetçi kuru savunurken diğer taraftan “Türk lirasını önceliklediğini” söyleyen, bir taraftan enflasyonun düşük faizle ineceği savunulurken diğer taraftan resmi politika metnine bunu koymaktan ısrarla kaçınan bir merkez bankası var karşımızda.
Hükümet tarafından uzunca bir süredir dile getirilen “enflasyonu düşürmek için faizlerin inmesi gerektiği görüşü” TCMB Başkanı Kavcıoğlu tarafından da farklı platformlarda teyit edildi.
Ancak Merkez Bankası bu görüşte samimi ise o zaman yüzde 36’ya vurmuş ve ilk çeyrekte daha da artması beklenen enflasyonla mücadele etmek için Ocak toplantısında da faiz indirmesi gerekmez miydi?
Bu görüşü savunan bir merkez bankasının faiz indirmesi için bundan daha uygun bir ortam olabilir mi? Ve nihayet geleneksel görüşten böylesine önemle ayrışan bir söylem varken TCMB bu görüşü neden politika metnine taşımıyor?
“Faiz indirimleri ile enflasyon düşecektir” demek yerine enflasyonun “baz etkileri ile” düşmesinin beklendiğini söylemek kendi içinde bile tutarsız değil mi?
Cevapsız kalan bu sorular Merkez Bankası’nın ileriye yönelik planlarına ilişkin ciddi belirsizlik ve soru işaretleri yaratıyor.
Para politikası nasıl işler?
Geleneksel iktisat, enflasyon ve politika faizi arasında negatif bir ilişki öngörür. Enflasyon yükseldiği zaman merkez bankası politika faizini artırır.
Bu durum piyasa faizlerini yükseltir. Artan faiz bir yandan yerli parayı değerlendirerek ithal girdi fiyatlarını düşürürken diğer taraftan talebi yavaşlatır. Talep zayıfladığı zaman fiyatlama davranışlarında aşağı yönlü baskı oluşur. Bu şekilde enflasyon inişe geçer.
Kredibilitesi olan bir merkez bankası çoğu zaman daha faizi artırmadan bile doğru iletişimle bu dezenflasyonist süreci devreye sokar.
Piyasa faizleri merkez bankasının faiz artıracağı beklentisi ile yükselmeye başlar. Tıpkı şu anda ABD merkez bankası Fed’in faiz artıracağı beklentisi ile ABD piyasa faizlerinin yükselmekte olması gibi. Bu durumda arzu edilen düzeltme önceden geleceği için merkez bankası asgari faiz artışları ile enflasyonist baskıları bertaraf edebilir.
Fed yetkililerinin şu anda tüm ağırlıklarını koyarak faiz artışı mesajı vermelerinin ardında bu motivasyonun yattığını düşünüyorum.
Piyasalar Fed’in enflasyonu düşüreceği konusunda ikna olurlarsa enflasyon beklentileri düşüşe geçecektir. Bu durumda ise şu anda sözü edilen 5-6 faiz artışına gerek kalmadan enflasyon kontrol altına alınabilir.
Bu güveni oluşturmak için muhtemelen Mart ayında faiz artışları başlayacak, kademeli faiz artışları ile güven tesis edilmeye çalışılacaktır.
Neden kademeli?
Enflasyona karşı faiz silahını çıkaran merkez bankası tüm kurşunlarını bir anda boşaltmayıp kademeli hareket eder.
Bunun sebebi, bir anda yüklü faiz artışlarına giderek ekonomiyi boğmak istememesidir.
İkinci olarak ağır ama kararlı adımlarla kredibilite sağlayıp iletişim yolu ile “düşmanı korkutmak” ister.
Üçüncü sebep ise hızlı faiz artışına gidilmesi durumunda para politikasının gecikmeli etkileri ile ekonominin kontrol dışında yavaşlaması ve bunun sonucunda enflasyonun hedefin altına düşmesidir.
Türkiye’deki durum
Bizim durumumuzda ise bu tür bir bekleyişin sebebini anlayabilmek zor.
Çünkü eğer enflasyonu düşürebilmek amacı ile kullanılacak silah faiz indirimleri ise normal şartlarda faiz indirimlerinin büyümeyi boğması değil bilakis desteklemesi beklenir.
İlave olarak enflasyonun hedefin neredeyse 10 katına yaklaştığı bir ortamda “faizleri çok düşürürsek enflasyon da çok hızlı iner ve hedefin altına düşer” diye endişe duyulacak bir durum da yok.
Merkez Bankası neden bekliyor?
İşte bu sebeplerden ötürü Merkez Bankası’nın neden bir bekleme sürecine girdiğini anlamak zor.
Merkez Bankası’nın bekleyişe geçmesinin bir sebebi bu süreç içerisinde faiz indirimlerinin kur üzerinde yarattığı baskıları gözlemlemek ve o baskıyı faiz dışı enstrümanlarla bertaraf edip edemeyeceğini değerlendirmek olabilir.
Nitekim politika metnine yeni koyulan “TCMB’nin tüm politika araçlarında Türk Lirası’nı öncelikleyen geniş kapsamlı bir politika çerçevesi gözden geçirme süreci yürütülmektedir” ifadesi bu anlayışı destekliyor.
Kur Korumalı Mevduat aracında da gördüğümüz gibi problemin altında yatan esas sebep olan enflasyon sorununu çözmeden TL’den kaçışı bu tür enstrümanlarla engelleyebilmek hem sürdürülebilir değil hem de ciddi enflasyonist riskler taşıyor.
İlave olarak, TL’yi koruyacak bir çerçevenin Yeni Ekonomik Model’de öngörülen rekabetçi kur kanalı ile enflasyonu düşürme anlayışı ile nasıl bir tutarlılık sağladığını anlamak da zor.
Bu tür “geniş kapsamlı” politika çerçevesi arayışları yerine para politikasının “dar odaklı” fiyat istikrarı hedefine odaklanması, onu da geleneksel faiz aracını kullanarak gerçekleştirmesi hem TL’yi önceliklendirecek hem de enflasyonu düşürecek geleneksel bir formül olacaktır.
TCMB’nin bekleyişe geçmesinin altında yatan bir diğer sebep, uygulanan “heteredoks” görüşün etkinliğinden emin olunamaması ve bir süre bekleyerek bu denenmemiş görüşün etkilerinin incelenmek istemesi olabilir.
Politika metninde heteredoks görüşün direkt telaffuz edilmemesi bunun bir yansıması olabilir.
Gerçekten de Eylül sonrası dönemde yapılan faiz indirimlerinin, TCMB’nin iddiasının aksine enflasyonu daha da körüklediğini, bunun sonucunda, ve ortodoks görüşe paralel olarak, piyasa faizlerinin azalmayıp bilakis artışa geçtiğini görüyoruz.
Bu durumda piyasa beklentileri paralelinde artması beklenen enflasyona cevaben Merkez Bankası’nın ilk çeyrek sonunda Ortodoks görüşe geri dönmesi ve enflasyonu düşürmek amacı ile yüklü bir faiz artışına gitmesi söz konusu olabilir.
Yabancı kurumların tahminlerinde yer alan faiz artışlarını bu mantık ile izah etmek mümkün.