Oyun ilk kez, Eskişehir’in Han ilçesinde Frig uygarlığınca 6 bin yıl önce yapıldığı belirtilen ve UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’nde bulunan …
Oyun ilk kez, Eskişehir’in Han ilçesinde Frig uygarlığınca 6 bin yıl önce yapıldığı belirtilen ve UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’nde bulunan Midas Anıtı Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’nda sahnelendi.
Anıt ve çevresi özel olarak ışıklandırılarak tiyatro sahnesine dönüştürüldü, bu da Türkiye’de bir ilkti.
Oyunun yönetmeni Murat Atak ile, “Kybele” üzerine konuştuk.
– İlk olarak oyunun sahnelenme sürecini konuşalım…
Pandemi döneminde bildiğiniz gibi salonlarımızda sergilediğimiz eserlerimize bir süre ara vermek zorunda kaldık. Bunun üzerine açık havada neler yapabiliriz düşüncesi gündeme geldi. Yönetim kurulumuzda Eskişehir’in Han ilçesine bağlı Midas Anıtı’nda bir temsil yapma düşüncesi ağırlık kazandı. Bu, Türkiye’de bir ilk olacaktı.
Bunun üzerine dramaturglarımızla birlikte oyun araştırmasına başladık.
– Siz önce oyunun sahneleneceği yeri buldunuz sonra oyunu doğru mu?
Binlerce yıllık geçmişi olan Yazılıkaya’da oynanabilecek en uygun eserin Güngör Dilmen’in yazdığı “Ben Anadolu” adlı eserin olduğuna karar verdik. Ancak salgın koşulları devam ettiğinden açık havada olsa bile, seyircimizi uzun süre bir arada tutmamak için bu eserden bazı bölümlerin seçilmesine karar verdim. Friglerin yıllar boyu tapınaklar, yontular yapıp ana tanrıça diye tapındıkları “Kybele”nin anlatımıyla çağlar boyu Anadolu’da yaşayan kadınları dile getirmek için metni düzenleme ve sahneye uygulama çalışmalarına başladık. Bu uyarlama ile dünya prömiyeri için kolları sıvadık. Burada tiyatromuzun dramaturgu sevgili Şafak Özen’in hakkını teslim etmem lazım. Olağanüstü bir dramaturji çalışması oldu. Hititlerden günümüze, çağlara damga vurmuş kadınları anlatmaya çalıştık bu oyunumuzda.
– Oyunda canlı müzik kullanıyorsunuz?
Evet, çünkü bu iş müziksiz olmazdı. Devreye senfoni orkestramız da girdi. Öyle bir besteciyle çalışmalıydık ki oyunun ana temasını her çağa göre yeniden şekillendirmesi ve yine salgın koşullarından dolayı onu küçük bir orkestra için bestelemesi gerekiyordu. Anadolu Üniversitesi öğretim elemanlarından genç yetenek Oktay Köseoğlu’yla buluştuk. Esere öylesine uygun besteler yaptı ki bu bir opera olsa librettoyla müzik ancak bu şekilde uyumlu olabilirdi. Her çağın kadınını, her uygarlığın rengini Kybele’den Türkan Saylan’a, Muazzez İlmiye Çığ’a uzanan yolculukta şahane motifleriyle oyuna bambaşka bir kişilik kazandıran kostüm kreatörümüz Funda Çebi, Eskişehir Şehir Tiyatromuza çok yakışır bir tasarım gerçekleştirdi. Elbette ki “kadın”ı anlatan bu oyunda orkestramız da kadınlardan oluşmalıydı ve şimdi Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası sanatçılarından oluşan bir hanımlar orkestrasıyla çıkıyoruz seyircimizin karşısına. Hem de Anadolu’nun tüm renkleriyle.
BİNLERCE YILLIK ANITLAR…
– Yeni bir açık-hava sahnesi oluşturmak ve orada ilk kez oyun sahnelemek büyük bir risk olsa gerek.
Yazılıkaya’daki doğal amfitiyatroyu ve binlerce yıllık anıtları sevgili Soner Erdoğmuş ışıklandırdı. Kybele’ye tiyatromuzun en yetkin sanatçılarından Burcu Tutkun Turan hayat veriyor.
Ama bu süreçte defalarca prömiyer tarihi belirleyip her seferinde yasaklarla karşılaştık. Hem seyircimizin, hem sanatçılarımızın hem de tiyatromuzun diğer çalışanlarının sağlıklarını düşünerek provalara zaman zaman ara vermek zorunda kaldık.
İLK DARBE HEP SANATÇIYA…
– Pandemi süreci sanatı ve sanatçıları olumsuz etkiledi şüphesiz siz neler yaşadınız bu süreçte?
Salgın, hepimizi vurdu. Elbette her seferinde, her sıkıntılı, acılı ya da zor zamanlarda ilk darbe hep sanata vurulur. Felaket tellalı ve sanat düşmanı ilk yasağı hep bize getirir. Böyle zamanlarda bir tek sanatçılar değil, ama daha çok halkımız cezalandırılmış olur. Sosyal mesafe diye bir şey çıkardılar ve sanatsız kalınca insanlarımız arasına gerçekten bir sosyal mesafe girmiş oldu. Oysa fiziksel mesafemizi koruyarak en azından küçük gruplarla ve seyirci sayısı azaltılmış temsiller, konserler verebilir, sosyal mesafemizi daha da azaltabilir, toplumu kaynaştırma görevimizi yerine getirebilirdik.
Sanat yaşayan bir organizmadır ve soğuk camın, televizyonun, cep telefonunun ya da bilgisayarların ekranına sığmaz, sığdırılamaz.
Her neyse sonunda, neredeyse bir yıllık uzatmalı nişanlılık dönemimizi 10 Temmuz’da harika bir düğünle taçlandırdık.
Büyükşehir Belediye Başkanımız, hocamız Sayın Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen sanata, sanatçıya, kültüre ve Eskişehirimizde bulunan bütün tarihi eserlere sonsuz kıymet ve önem verdiğini bizim bu projemize de önayak olarak bir kez daha göstermiş oldu; tüm ülkeye.
– Ne söylüyor bize “Kybele”…
Anadolu uygarlıkları bizim en kıymetli varlıklarımızdandır. Bu Anadolu topraklarında yaşamış onca uygarlığı bilenlere yeniden anımsatmak, bilmeyenlere anlatmak, özellikle gençlerimize bu toprakların binlerce yıllık tarihini ve hele Cumhuriyet dönemiyle birlikte Mustafa Kemal Atatürk’ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlıkla aramızda nasıl bir bağ oluşturabileceğini göstermek istedik ve bu uygarlıkları doğuranların, yani kadınlarımızın bugüne kadar ve hâlâ yaşadıklarını lirik bir söylenceyle dile getirmek istedik.
“Kıymayın artık ne kadınlara, ne kızlara ne çocuklara ne yiğit evlatlara” diye bitiriyoruz söylencemizi. Perdeler kapanırken ülkemizdeki tüm sanatçılar zor günler yaşarken, başta genel sanat yönetmenimiz Tolga Tümer olmak üzere emeğini, bilgisini ve becerisini esirgemeden bu esere hizmet eden herkese teşekkür ediyorum.
Eskişehir yine öncü, yine çağdaş, yine özgür, yine sanatın bağrı…