İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Özel Soruşturma Bürosu tarafından 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hakkında, “Türkiye Cumhuriyetinde Güç …
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Özel Soruşturma Bürosu tarafından 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hakkında, “Türkiye Cumhuriyetinde Güç Odaklarının Mücadelesi” serisinin üçüncü kitabıyla ilgili 4 Ocak 2021’de gazetemize yaptığı söyleşideki sözleri üzerine açılan davanın duruşması başladı.
‘Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme’ suçundan 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan Başbuğ, Çağlayan Adliyesi’nde 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıktı. Gazeteciler ve izleyiciler pandemi gerekçe gösterilerek salona alınmadığı duruşma, yaklaşık iki saat sürdü.
“BUGÜN BURADA YARGILANAN BU ADAM DEĞİLDİR”
Başbuğ, duruşmada yaptığı savunmada, “Haksızlığın diz boyu olduğu bir ortamda, bir adam kanıtlanmış olaylara, yani olgulara dayanarak bir tarihi analiz, tespit yaptığı için bugün burada yargılanmaktadır” dedi.
“Bugün burada yargılanan bu adam değildir” diyen Başbuğ, “Yargılanan; suç unsuru olarak ileri sürülen tarihi analizin de yer aldığı, beş yıllık emeğin bir ürünü olan 1159 sayfalık bu kitaptır!” diye konuştu.
MENDERES DEĞERLENDİRMESİ
Yapılan suç duyurularının tarihi olaylara ilişkin yapılan değerlendirmelere dayandırıldığını söyleyen Başbuğ, söyleşide yer alan bir cümlenin kendisinin ifade vermeye davet edilmesine neden olduğunu belirtti.
Kitaptaki cümlenin “Eğer Menderes 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs Askeri Darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi…” şeklinde olduğunu söyleyen Başbuğ, “Bu, o günün şartlarında o günlerde gelişen olaylar çerçevesinde yapılan bir değerlendirmedir” ifadelerini kullandı.
Başbuğ, savunmasında şunları söyledi:
“Haksızlığın diz boyu olduğu bir ortamda, bir adam kanıtlanmış olaylara, yani olgulara dayanarak bir tarihi analiz, tespit yaptığı için bugün burada yargılanmaktadır.
Aslında bugün burada yargılanan bu adam değildir. Yargılanan; suç unsuru olarak ileri sürülen tarihi analizin de yer aldığı, beş yıllık emeğin bir ürünü olan 1159 sayfalık bu kitaptır!
Bu haksız süreç, Cumhuriyet Savcılığı’na ifade vermeye davet edilmemle başladı.
Yapılan suç duyuruları, Güç Odaklarının Mücadelesi kitap serisinin üçüncüsünü tanıtma amacıyla bir gazetede yapılan söyleşide yer alan bir cümleye dayandırılmaktaydı:
“Eğer Menderes 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs Askeri Darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi…”
Bu, o günün şartlarında o günlerde gelişen olaylar çerçevesinde yapılan bir değerlendirmedir.
Bu değerlendirme, 1961-1980 arasında yaşanan olayların incelendiği ve değerlendirildiği Güç Odaklarının Mücadelesi kitabının “Adnan Menderes 25 Mayıs 1960 Günü Şayet Böyle Konuşsaydı Ne Olurdu?” başlıklı ilk bölümünde de bulunmaktadır.
Aynı değerlendirme daha öncede pek çok tarihçi, gazeteci, bilim insanı ve siyasetçi tarafından da yapılmıştır.
Bu siyasetçilerden birisi de 27 Mayıs’ın en güçlü isimlerinden olan Alparslan Türkeş’tir. Darbe sonrasında Başbuğ, Alparslan Türkeş bu konuda şunları söylemiştir:
“Eğer seçim kararı alınıp, yeni bir hükümet kurulsaydı, biz 27 Mayıs’ı yapamayacaktık.”
Görüldüğü gibi suç duyuruları hiçbir temele dayanmadığı gibi tutarsızdı. Bu değerlendirme ile bugünkü olaylar arasında herhangi bir şekilde ilişki kurulması da mantık dışıdır.
Bu suç duyurusunu yapanlar, eğer Güç Odaklarının Mücadelesi kitap serisinin ilk kitabının “Sunuş” bölümüne baksalardı şu cümleyi de göreceklerdi:
“Kitapta tarihi geçmiş ile bugün arasında ilişki kurulmaktan özellikle kaçınılmıştır. Bu değerlendirmeler okuyucuya bırakılmıştır.”
Bu yaklaşıma kitap serisini oluşturan diğer kitaplarda da sıkı sıkıya bağlı kalınmıştır.
Çünkü geçmiş bir dönemi araştıran ve inceleyen bir kitaptaki olaylarla, kitabın yazıldığı andaki güncel olaylar arasında ilişki kurulması, kitabın bir anlamda dondurulmasına ve tarihi değerinin azalmasına neden olur.
Bu gerçekler bile, yapılan suç duyurusunu tek başına değersiz kılacak niteliktedir.
Ancak suçun kaynağı olarak görülen binlerce sayfadan oluşan bir araştırma kitabının, Güç Odaklarının Mücadelesi 1299-1980, ne içeriğini nede önemini herkesin anlamasını beklemek doğru ve gerçekçi olmaz.
Bu nedenlerle, savcılık makamında savunma yapar gibi davranmak ve konuşmak anlamsızdı.
Savcılık makamının Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı’nı vermesini bekliyorduk.
Ama, savcılık makamı hazırladığı bir iddianame ile bizi suçlamayı ve dava açma yolunu seçti.
Bu şartlarda, bugün, burada bir iki şey söylemek zorundayım.
İlk önce, bugün burada yargılanan kişiyi bir kere daha, size tanıtmak isterim.
Bugün burada yargılanan kişi;
Yarım asır ülkesine ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hizmet ettikten sonra, emekli olan bir kişidir.
Emekli olduktan sonra da, ülkesine ve milletine hizmet etmeye devam eden bir kişidir.
Tek amacı toplumu aydınlatmak ve bilgilendirmek olan bir kişidir.
Bu amaçla, katıldığı sayısız üniversitedeki konferanslarda ve televizyon programlarında her zaman, doğru bildiklerini ve inandıklarını açıklamış bir kişidir.
Bugüne kadar ülke sorunlarına ilişkin on üç kitap yazmış bir kişidir.
Bunların doğal bir sonucu olarak, bugün burada yargılanan kişi, düşünceleri ve değerlendirmeleri kamuoyu tarafından en çok bilinen ve anlaşılan kişilerden birisidir.
İddianameyi hazırlayan savcılık makamı, yarım sayfada, bir paragrafta kendince her şeyi ortaya koymuştur. Suçlama ve savunmanın aktarıldığı bölüm sadece 16 satırdır. Ceza talebinin yer aldığı satırlar ise sadece 2 satırdır.
Savcılık makamı 232 yerde darbeleri eleştiren bir kitaptan bir “darbe iması” hikâyesi çıkartmanın güçlüğünü görünce,“halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu”nu seçmiştir.
Bu söyleşiden “halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu” nasıl çıkarılır, anlamak mümkün değildir. Savcılık makamının en azından iddia ettiği bu suçun oluşması için, ilgili Türk Ceza Kanunu’nun zorunlu gördüğü “gerekli olan kamu güvenliği” açısından,“açık” ve “yakın” tehlikelere ilişkin bazı delilleri, bazı olguları iddianamede yazarak ortaya koyması gerekiyordu. Ancak, savcılık makamı buna da ihtiyaç duymamıştır.
Bir Anadolu şehrinde doğan, bir halk çocuğunun ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne şerefiyle komutanlık eden birisinin, halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu ile suçlanmasını ne ben ne de tarih hiçbir zaman kabul etmeyecek ve affetmeyecektir.
Haksızlığın diz boyu olduğu bir ortamda, bugün burada yine de inanmak ve güvenmek istiyorum ki titrek titrek yanan adaletin ümit ışığı bugün burada söndürülmeyecek.”