Kanada ne kadar batı sayılır tartışılır ama Batılı sıfatıyla aynı damardan beslenen kültürel bir coğrafyayı tanımlamış oluyoruz. BM tanımı …
Kanada ne kadar batı sayılır tartışılır ama Batılı sıfatıyla aynı damardan beslenen kültürel bir coğrafyayı tanımlamış oluyoruz. BM tanımı çerçevesinde Batı’da olmayan ABD’yi de böyle adlandırdığımız oluyor çoğu zaman. Dolayısıyla Kanada’daki yerli çocuklara ait gizli mezarlar trajedisinden söz ederken olguyu Batı’nın suçlarından biri saymamız yanlış bulunmamalı. Kaldı ki eski bir İngiliz sömürgesi olan Kanada (başkanlığını halen Britanya Kraliçesi II. Elizabeth’in yaptığı İngiliz Milletler Topluluğu’nun üyesidir) bir Batılı toplumdur siyasal tutum açısından.
Yerli çocuk mezarlarının ortaya çıkması da başta İngiltere olmak üzere eski kıta Avrupa’da sömürgelere sahip ülkelerin sömürdükleri ülke halklarına karşı tutumlarından bağımsız değil. Yerlilere (Kızılderili gibi son derece ırkçı tanımlamadan da kurtulmak lazım artık) yönelik asimile ya da yok etme politikalarının Kanada’da da olması batıya özgü bu tutumun yaygınlığını da gösterir. Avrupa (ya da batı) sadece coğrafi değil kültürel bir tanımlamadır. Batının kanlı sömürgeci tarihi Kanada’nın da tarihidir.
İSİMSİZ MEZARLARIN ANLATTIĞI
Bir süredir Kanada’da kimlikleri bilinmeyen, adlarına yazılı bir mezar taşı bile bulunmayan yerli çocukların topluca gömüldüğü mezar haberlerine rastlıyoruz. On dokuzuncu yüzyılda Kanada devletinin yerlileri asimile politikalarının sonucu olarak açtığı, genellikle kiliseler tarafından yönetilen yatılı okulların öğrencileri olduğu düşünülüyor bulunan mezarlardaki cesetlerin. Kanada’nın o batı mirasına ne kadar sadık kaldığını da bu uğursuz “okulların” 1990’ların ortalarına kadar faaliyette olmasından anlıyoruz.
Bu okulların başta yerlileri asimile etme olmak üzere çok amaçlı işlevi vardı. Asimileden kasıt da öncelikle onları Hıristiyanlaştırmak elbette. Kanada’nın ilk Başbakanı, bu uğursuz “sistemin” de mimarlarından Sir John A. Macdonald 1883’te parlamentoda bu okul sistemini savunurken bunu açıkça söylemişti: “Yerli çocuklar normal okullarda okuma yazmayı öğrenseler de anne babalarıyla beraber yaşadıkları için alışkanlıkları, düşünce tarzları yerli kalıyor”.
Amaç bu olunca, oluşturulmak istenen “saf medeniyet” adına, çokkültürlülüğün avantajlarından yararlanmak yerine yerli çocuklar kendi kültürlerinden uzaklaştırmak için “vahşi” ailelerinden zorla koparıldılar. Çoğu alıkonuldukları okullardan bir daha asla kurtulup ailelerine dönemedi.
Yerli çocukların Kanada’nın “modernizm”ine uygun eğitim almalarını sağlamak amacıyla ülkenin çeşitli bölgelerinde 130’dan fazla yatılı okul kuruldu. Herhalde yapılanın uygunsuzluğunu anlayacak az da olsa bir vicdan sızısı çekmiş olmalı ki, bu Macdonald denen zatın bir de itirafı var: Bana bu okulların açılması için çok baskı yapıldı.
Baskı yapanlar, yani koskoca Başbakana istediklerini yaptıranlar elbette büyük toprak sahipleri olmalı. Emek üretim sürecinde emeklerini sömürdükleri işçilerin “yerli kalmalarından” rahatsız olmuş egemenler yani. Bu egemenlerin amaçları için çalışanlar arasında Duncan Campbell Scott adı çok dikkat çekicidir. Bürokrattı. Dahası şairdi, müzisyendi. İnce uğraşılar bunlar. 1862-1947 yılları arasında yaşayan bu adam tüm ömrünü Kanada’yı, kendi ifadesiyle, “yerli sorunundan kurtarmaya” adamış bir ırkçı fanatikti. Hala şiirleri okunuyorsa büyük ayıp tabii ki. Koskoca bir insan topluluğunu sorun olarak gören bir kafanın şiirinden ne olacak?
Berbat bir adamdı. Bu okulları 1913’den 1932’ye kadar yönetti. Bu okul sistemini daha da vahşileştiren bu adamdır. 1920’de Yerliler Yasası’nı değiştirip 15 yaşından küçük tüm yerli çocuklarının bu okullara gelmesini kanun haline getiren budur. Scott, Kanada yerli halklarını uygarlaştırmak (!) için eğitimin tek başına yeterli olduğuna inanmazdı. Kimbilir başka hangi yöntemleri kullandı ama bu okulların kalıcılaşması için büyük çaba sarf etti. “ Yerli sorunundan kurtulmak istiyorum. Aslında, ülkenin tek başına ayakta kalabilecek bir insan topluluğunu (yerlileri kast ediyor) sürekli olarak koruması gerektiğini düşünmüyorum. Amacımız, Kanada’da siyasetin bünyesine dahil edilmiş tek bir yerli kalmayana, hiçbir Yerli sorunu kalmayana kadar devam etmektir” cümleleri onundur.
Tek başına olduğu düşünülmemeli. Kanadalı hakim sınıfların düşüncesi de bu yöndeydi. Onca baskıya, zulme rağmen Scott ile onun gibi düşünenlerin umduğu başarı gelmedi. Okul sistemi tam bir başarısızlığa dönüştü. Yerli Çocuklar kültürlerini korumada hayranlık uyandıran bir direnç gösterdiler. Okullar asimilasyon konusunda başarısız olduğu gibi Scott birçok çocuğun ölümünden sorumlu da tutuldu.
YÜZ BİNLERCE ÇOCUK
Sonuçta, 150 bin yerli çocuk ailelerinden zorla koparılıp, kendi dillerini konuşma yasağı başta olmak üzere geleneklerini de unutacakları yasaklarla dolu okullara yollandı. Kanada Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun (2008’de kurulmuştur) araştırmaları sonucu bu çocukların çoğu fiziksel şiddete, cinsel istismara da uğradı.
1800’lerde kurulan bu okullar,1970’lerde yavaş yavaş kapanmaya başladı ama en son okulu 1990’larda kapattılar. Asırlar önce değil dün kadar yakın bir zaman dilinde bu trajedi ülkede yaşanıyordu. Modern(!) dünyada, modern(!) zamanlarda yani. Söz konusu Komisyon 2015’de, bu vahşetin “Kültürel Soykırım”ı andırdığını açıkladı. Son derece nazik bir açıklama, ya kültürel soykırımdır ya da değildir, ne demek “andırmak”?
Bu okulların en büyüğü olan, 1890’dan 1969’a kadar Oblates of Mary Immaculate adını taşıyan bir Katolik grubun yönettiği Kamploops Yerli Konut Okulu’nun arazisinde taşlarında herhangi bir bilginin olmadığı 215 mezar ortaya çıkardılar. Bir başka okul olan yine aynı Katolik grubun yönettiği Marieval Yerli Konut Okulu’nun zemininde de 751 mezar kalıntıları bulundu. Bu okul 1890’larda Katolik misyonerler tarafından kurulmuş bir okuldur. Kanada Federal Hükümeti 1901’de finanse etmiş, 1969’da da yönetimini tamamen üstlenmiş. 1990’da kapatılıncaya kadar bir yerli topluluk tarafından yönetiliyordu bu okul.