İstanbul Barosu’na yeniden seçilen Mehmet Durakoğlu, Cumhuriyet’e konuştu: – İlk başkan olduğunuz dönemden şimdiye ne değişti? İstanbul Barosu …
İstanbul Barosu’na yeniden seçilen Mehmet Durakoğlu, Cumhuriyet’e konuştu:
– İlk başkan olduğunuz dönemden şimdiye ne değişti?
İstanbul Barosu 2002’den bu yana Kazım Kolcuoğlu, Muammer Aydın, Ümit Kocasakal ve ben ayrı ayrı başkanlık dönemleri içerisinde değerlendiriyoruz. Bu değerlendirmeyi bütüncül yapmak lazım. Böyle baktığımızda 2002 yılında Cumhuriyet değerlerine olan bağlılığımızın simgesi olarak ortaya çıkmış bir örgütlenmenin bugün geldiğimiz noktadaki bir parçasıyım ben. Dolayısıyla değişimi kendime özgü alanlar içerisinde değil bu çerçeve içerisinde değerlendirebilirim. Önce İlke’nin İstanbul Barosu’na katkıları zaman içerinde daha net anlaşılacaktır. İstanbul Barosu, bütün yurttaşların güvencesi konumundaysa, bugün pek çok insan tarafından teslim alanımayan bir kale olarak görünüyorsa bunda az da olsa bizim de katkımız vardır.
‘ÖĞRENİLEN YAPILIYOR’
– ORC Araştırma şirketinin yaptığı ankette yargıya güven yüzde 21 çıktı. Bu noktaya nasıl gelindi?
Bu noktaya gelinmesinin miladı 2010 referandumu ve ondan önce açıklanan Yargı Reformu Strateji Belgesi yargıyı FETÖ’ye teslim etme noktasına getirdi. O günden itibaren yargıda belirgin bir örgütlenme başladı. O örgütlenme yargıyı ciddi anlamda tahrip etti. Tahribin sonunda da 15 Temmuz 2016’ya gelindi. 2010 referandumdan sonra yargı siyasi stratejilerin bir parçası olmaya dönüştü. Yargı araçsallaştırıldı. Siyasi iktidar üretemediği projelerden elde etmeyi düşündüğü sonuçları yargı eliyle elde etmeye başladı. Cumhuriyet, Gezi, Sözcü ve ÇHD davaları böyle davalardır. Hukuksuzluk yargı eliyle meşrulaştırıldı. Yargı çok güçsüz hale geldi. Daha önemlisi yargı, FETÖ’den öğrenilenlerin yapılmasıyla başka bir aşamaya geldi. FETÖ’den kurtulduk, AKP’ye tosladık.
– 15 Temmuz öncesi öncesi yargıda FETÖ mensupları vardı. Şimdi de iktidara yakın kişilerin atandığını görüyoruz. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz adliyelerde somut bir şekilde yaşıyoruz. 15 Temmuz 2016’da Türkiye’de 12 bin 500 civarında yargıç vardı. Bunlardan 5 bin civarındaki yargıç FETÖ nedeniyle görevden alındı. Büyük bir deprem yaşandığını kabul etmek lazım. Aynı zamanda bir de istinaf mahkemelerinin kurulması gerçekleşince neredeyse yerel mahkemeler çökme noktasına kadar geldi. Elimizde 7 bin, 7 bin 500 civarında hâkim, savcı kalmıştı. Geriye dönüp baktığınızda 23 bin civarında hâkim, savcı var. 14 bin-15 binden fazla hâkim, savcının alındığını göreve başladığını görüyorsunuz. KHK’lerde hâkim ve savcılık mesleğine kabulde yazılıda 70 alma zorunluluğunun bile kaldırıldığı 54, 55 alanların mesleğe kabul edildiği özellikle mülakat sistemiyle liyakatin ortadan kaldırıldığını sadakatin tercih edildiğini görüyoruz. Bugün geldiğimiz noktada halkın güvensizliğini bu rakamlarla ifade edelebilir olmasına şaşırmamak gerekiyor. FETÖ sahte deliller üretirdi, şimdi delil ihtiyacı duymak da önemli değil. Gözaltı, gözdağı olarak kullanılıyor. Yargıyı bir örgütlenme yeri olarak görüp özellikle de cemaatler arası savaşların yapıldığı bir yer haline getirilmesini büyük bir üzüntüyle karşıladık. Yargı örgütlenme yeri değildir.
‘2. BARO KAPANACAKTIR’
– Çoklu baroların artısı, eksisi nedir?
Siyasi iktidar İstanbul Barosu’nun ifade ettiği güçten etkilendiği için böyle bir tercih içerisinde bulundu. Mücadele anlayışımız iktidarı rahatsız ediyor. Bizi siyaset yapmakla suçluyorlar ‘çıkar cüppeni gel’ diyorlar. Oysa siyasetçilerin hukuk konuştuğu yerde, hukukçuların siyaset konuşmamasını istiyorlar. İstanbul Barosu’nu nasıl susturacaksınız? Bunun mümkün olmadığı anlaşılınca geriye tek seçenek kaldı: Baronun ak dediğine kara diyen bir baro kurmanız gerekiyor. Hukuksuz bir uygulamayla ortaya çıktı. Hukuksuzluk demokratik ülkelerde geleceğe taşınamıyor, bunu da taşıyamayacaklar. İktidarın düştüğü gün ikinci baro kapanacaktır.
‘ANAYASASIZ DEVLET OLMAYA GÖTÜRÜR’
– AİHM’nin iş insanı Osman Kavala’yla ilgili kararı tartışma konusu…
Anayasa’nın 90. maddesi çok açık bir biçimde bizim AİHM kararlarına uyacağımızı anlatıyor. Sonuç olarak AİHM kararını vermiş. Türkiye Anayasa’yı temel yasa kabul ediyorsa tartışılacak en küçük bir nokta yok. AİHM kararları uygulanmalıdır. Nokta tartışılmaz. Anayasa’da uygulanmasına rağmen AİHM kararlarının uygulanmaması bizi anayasasız bir devlet olmaya götürür.