İstanbul 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26 Ekim tarihinde kesinleşen vakıflaşma kararı 16 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi …
İstanbul 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26 Ekim tarihinde kesinleşen vakıflaşma kararı 16 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Vakfın kuruluş senedinde Mahmut Eren, Halil Kaya, Muhammet Fatih Ustaosmanoğlu, İsmail Kaya ve Mustafa Meral gibi cemaatin önde gelen isimleri yer aldı. İstanbul’da 25 bin TL sermaye ile kurulan vakfın amacı ise “Milli ve manevi değerlere bağlı kültürlü insan yetiştirmek, fertler arasında sevgi ve kardeşliği artırıcı, birlik ve beraberliği temin edici her türlü faaliyette bulunmak ve fertlerin meşru olan her türlü hayati, iktisadi ve içtimai ihtiyaçlarını karşılamak” olarak gösteriliyor.
VERGİ MUAFİYETİ
İsmailağa cemaatine bağlı vakıflar bunlarla da sınırlı değil. Tarikata bağlı Yeşil Camii İlme Hizmet Vakfı ve İsmailağa Camii İlim ve Hizmet Vakfı, AKP döneminde vergiden muaf tutulan vakıfların arasına girdi.
Tarikatların vakıflaşmasının “resmileşmek” anlamına geldiğini söyleyen sosyolog Doç. Dr. Yavuz Çobanoğlu, bu resmileşmenin para ve gelirlerin toplanması gibi bir tanınmanın da ötesine geçtiğini ifade ederek şunları söyledi:
“Sadece ‘dini bir yapı’ şeklinde görülmenin ötesine geçme, 12 Eylül sonrası hayatın gerçek sorunlarını bir kenara bırakıp dinselleşen politik alanın kalıcı bir düzenleyicisi olma isteği seziliyor. Dolayısıyla ‘sivillik’ göz alıcı bir etiket ve vakıflaşma da bu bakımlardan önemli. Bu yüzden tarikatların vakıflaşmasına, bir yandan gelir ve mülk edinerek ekonomik devamlılığın garanti altına alınması, diğer taraftan da geniş bir topluluğu temsil ettiği iddiasıyla bir ‘sivil’ yapıymışçasına kabul görerek gelecekte gerçekleşmesi söz konusu olabilecek politikalara müdahil olma amacı ve düşüncesinin bir sonucu olarak bakılmalı.”
‘AYRIMCILIKLARI ÇOĞALTIYOR’
Daha önce de FETÖ örgütlenmesi üzerine çalışan Doç. Dr. Yavuz Çobanoğlu, tarikatların vakıflaşmasındaki tehlikelere de dikkat çekerek şunları söyledi: “İslamcılığın yegâne toplumsallaşma şekli tarikat ve cemaatlerdir. İslamcılar bu yapılar aracılığıyla topluluğa nüfuz etmeye çalışırlar. Dolayısıyla AKP’nin bu yapılardan vazgeçmesi, onları devlet imkânlarından uzaklaştırması dün de mümkün değildi, bugün hiç değil. Buradaki tehlikeye gelecek olursak, devlet içerisine hem insan potansiyeli hem de politikalarıyla kabul edilen bu gruplar, öncelikle devlet içerisinde bir güç olarak yer alıyorlar. Bir bireymişçesine devletin bir ‘dininin’ olması ortak yaşama adına en büyük tehlike olarak ele alınabilir. Böylelikle personel politikalarından ihalelere kadar pek çok işlem bu yapıların elinden dağıtılıyor. ‘Mensubiyetlik’ dışında bir niteliği olmayan insanların devlet kadrolarına girmesi hem niteliği düşürüyor hem de kayırmacılık ve ayrımcılıkları çoğaltıyor. Bu yapılar kendileriyle çatışıp çıkar kavgalarına giriyorlar. Daha güçlü olanın diğerinin tepesine binmesinin önü işte bu yollarla açılıyor. Dini bir hayat özlemiyle politika belirlemeye, günlük hayata müdahalelerde bulunmaya çalışıyorlar. Sonuçta bunlar her şeyden çok birlikte ve ortak bir gelecek kurma idealini zedeliyor, tabii bu durum umursanıyorsa.”