Getty ImagesMilyarderlerin özel uzay yolculuklarıyla ilgili haber başlıklarının arkasında aslında hep daha derin bir inanç, kainata yayılmanın …
Milyarderlerin özel uzay yolculuklarıyla ilgili haber başlıklarının arkasında aslında hep daha derin bir inanç, kainata yayılmanın insanlığın geleceğini kurtaracağı inancı yatıyor. Ama bu fikir nasıl oluştu?
Birçokları başka gezegenlere yerleşmekten bahsediyordu. Ama O’Neill Güneş Sistemi’nde yerleşime pek uygun gezegen bulunmadığının farkındaydı. Gezegenlerin yerleşim için kullanılabilecek yüzeyleri çoğunlukla insanların nefes alamayacağı atmosferlerle çevreliydi. Ayrıca gerek ay gerekse kayalık gezegenlerin yer çekimi de olduğundan gidiş gelişte de çok fazla yakıt tüketmek gerekecekti.
UZAYDA YÜZEN SİLİNDİRİK YERLEŞİMLER: O’NEILL’İN HAYALİ VE BEZOS
Onun yerine O’Neill dünyadan fazla uzak olmayan, uzayda yüzen yerleşimler hayal ediyordu. Bunlar silindirik yapılar olacak, insanlar buralarda yeşil, ormanlar, göller ve tarlalarla çevrili bir ortamda yaşayacaktı.
Evet, kolay gerçekleşebilecek bir şey değildi ama büyülü görsel modellerin de katkısıyla, O’Neill’in rüyaları, bir kuşak genci etkileyecekti. İşte bu hafta uluslararası haber sitelerinin manşetine çıkan biri de bunlar arasındaydı.
1980’lerde O’Neill’in Princeton Üniversitesi’ndeki seminerlerine katılan öğrenciler arasında, profesörün fikirlerini dikkatle not alan biri vardı.
“Uzay girişimcisi” olmak istiyor ve Dünya dışında kurulacak insan yerleşimlerinin uzun vadede insanlığın geleceğini oluşturacağına inanıyordu.
Üniversite gazetesinde çıkan yazısında “Dünya’nın kaynakları sınırlı ve dünya ekonomisi ve nüfusu büyümeye devam ederse, gidilebilecek tek yer uzay” demişti.
Devasa bir servet edinecek ve bir gün bu hayallerini gerçekleştirmek için harcamaya başlayacaktı.
Bu öğrencinin adı Jeffrey Preston Bezos’du.
ZENGİNLER UZAY PROJELERİYLE EGOLARINI MI TATMİN EDİYOR?
Bezos gibi milyonerlerin neden uzaya gitmek istediğini anlayabilmek için, onların ne kadar etkili olduğunu anlamak gerekiyor.
Bezos’un uzay şirketi Blue Origin ve rakipleri sıradan bir gözlemciye birkaç aşırı zengin adamın egolarını tatmin etmek için yürüttükleri projeler gibi görünebilir. Birçokları da, iklim krizi, dünyayı saran büyük bir salgın hastalık ve dev boyutlara gelen sosyal adaletsizlik ve benzeri bir çok büyük sorun varken bu tür araştırmalara kaynak ayırılmasını duyarsızlık olarak görebilir.
Fakat bu çabaların tümünün temelinde daha dikkatle değerlendirilmeyi hak eden bir ortak hedef var: Uzay yoluyla insanlığın uzun vadeli varoluşunu güvence altına almak.
Bezos kainata yayılmanın bunun tek yolu olduğunu söyleyen ilk kişi değil. İnsanlar yüz yılı aşkın bir süredir Dünya atmosferinin dışında yeni medeniyetler yaratma hayalleri kuruyor ve Bezos ve girişimlerinin üzerinden uzun zaman geçtikten sonra da kuşaklarca insan muhtemelen bunları hayal etmeye devam edecek. Peki ama bu hayallerde gelinen son nokta nedir?
İKİ YÜZ YILLIK DÜŞ: GALAKSİNİN FETHİ
Aslında insanlığın galaksiyi fethederek türünün kalıcılığını koruyabileceği fikrinin izini iki yüzyıl gerilere kadar sürmek mümkün.
Oxford Üniversitesi’nde entellektüel tarih araştırması yapan Thomas Moynihan, 1800’lerin sonları ve 20’nci yüzyılda bilim insanlarının “kainatın insan benzeri türlerle dolu olduğu inancında” olduğunu söylüyor.
İnsanlar diğer dünyaları hayal ederken, zihinlerinde, onların yaşama uygun olmayan kaya parçaları değil, Dünya’da olduğu gibi kimisi insana benzeyen birtakım canlıların yaşadığı yerler olduğunu canlandırıyordu.
Moynihan, kainatın ağırlıkla ve neredeyse kesin olarak başka canlı türlerinin olmadığı ve insanlığın yayılabileceği devasa bir alan olduğu fikrinin ise, görece yakın bir zamanda anlaşılan bir gerçeklik olduğunu vurguluyor.
Aynı zamanda bilim insanlarını Güneş Sistemi ve ötesinde insan yerleşimleri oluşturma konusunda çok daha ciddi bir şekilde düşünmeye sevkeden bir başka faktör de, Güneş’in ısısını kaybetmesi ya da başka bir felaket neticesinde bir gün insanlığının soyunun tükenebileceğinin giderek daha net bir şekilde anlaşılmasıydı.
Bir süre, her şeyin sonunun gelebileceği düşüncesi, derin bir kötümserlik yarattıysa da 1900’lerin başlarında atomun büyük enerji barındırdığının keşfedilmesi ile insanlığın galaksiyi fethedebileceği konusunda yeni bir iyimserlik dalgası yükseldi.
TSİOLKOVSKY VE 20 YÜZYIL BAŞLARINDA RUS KAİNATÇILIĞI
Bu iyimserlik dalgası içinde en renkli önerilerden biri Rus roketçi Konstantin Tsiolkovsky’den geldi.
Nükleer enerjiyle hareket eden uzay araçlarıyla asteroitlere yerleşmeyi hayal ediyordu. 1911 yılında “İnsanlığın önemli bir kısmı muhtemelen asla yok olmayacak, fakat güneşten güneşe göçmeyi sürdürecek” yazmıştı.
Tsiolkovsky ve çağdaşlarının Rus “kainatçılığı”nın dini inancı andıran bir yanı da vardı.
Kainatın fethini, insanlığın kaderi yani kainatı insan egemenliği altına almasının büyük hikayesi olarak sunuyorlardı.
Fakat Moynihan’ın işaret ettiği gibi bu kesinlikle kapitalist bir vizyon değildi.
Örneğin 1902 yıında Tsiolkovsky’ye esin veren bir başka Rus Nikolai Fedorov, “milyonerlerin cazip sömürü projeleriyle başka gezegenleri de çürütebileceklerinden” endişe ettiğini yazmıştı.
GODDARD’IN UZAYA TOHUM ATMA HAYALLERİ
Diğer yandan Batı’da da kainatin kurtuluşunun seküler bir vizyonu ortaya çıkmaya başlıyordu.
Bu alanda etkili bir şahsiyet ilk sıvı yakıtlı roketi tasarlayan Amerikalı mühendis Robert Goddard’dı. 1918 yılında “Son göç: İyimserler İçin Bir Not” başlıklı pek bilinmeyen kısa bir makale yazdı ve arkadaşlarına yolladı.
Thomas Moynihan, “Bu makalede Goddard, atomu parçalayabilirsek insanı da Güney Sistemi’nin ötesine gönderebileceğimizi söylüyordu” diyor.
Goddard, insanlığın biriktiği bütün bilgileri de beraberinde götürecek uzay seferleri hayal ediyordu. Onun kelimeleriyle “eskinin bittiği yerde yeni bir medeniyet” doğacaktı.
Ancak, eğer bu mümkün olamazsa, onun yerine, kainata protoplazma (canlı hücreler) göndermek suretiyle uzak dünyalarda bir süre sonra insanlığın ortaya çıkmasının tohumlarını atmak gibi radikal bir fikir de önermişti.
BEZOS VE MUSK NE İSTİYOR?
Bezos ergenlik yıllarında hedefini, sınırsız enerji ve kaynaklara ulaşmanın yolu olarak uzaya yönelmek olarak belirlemişti.
Bu sonraki yıllarda çok fazla değişmedi. Uzayda insan yerleşimleri oluşturmanın, büyüme ve kaynakları tüketmeye doymayan insanlığı kurtarmanın tek yolu olduğunu düşünüyor.
Ona kalsa insanlık, gezegeni kirleten bütün ağır sanayii Dünya’dan uzaklaştırmalı ve uzun vadede O’Neill’in hayalini kurduğu uzayda yüzen silindirik yerleşimlere yayılmalı. Bunu kendisinin yaratamayacağının farkında ama kendisini gelecek kuşaklar için bunun yolunu inşa eden kişi olarak görüyor.
Elon Musk ise insanlığın soyunun tükenmesi riski konusunda çok daha sert şeyler söylüyor ve birkaç gezegene özellikle Mars’a yerleşilirse Dünya’da meydana gelebilecek bir felaketin bütün bir insan türünü yok edemeyeceğine inanıyor.
SpaceX milyarderi Musk, kainattaki bütün medeniyetlerin, evrimlerinin bir aşamasında onları yok eden bir sonla karşılaştığını söyleyen “Büyük Filtre” tezinin aşılması fikrinden esinleniyor. İnsanlığın uzaya açılmasıyla galakside bu filtreyi aşabilen tek medeniyetin insanlık olabileceğini umuyor.
YA İNSANLIK, SORUNLARINI UZAYA DA TAŞIRSA?
Fakat Thomas Moynihan “Uzaya açıl, insanlığı kurtar” tezinin, özellikle de şu yaşadığımız dönemde milyarderlerin sunduğu kadar güçlü olmadığına işaret ediyor.
Bu yüzyılda yerel olmayan ve kolaylıkla yayılabilen ciddi varoluş sorunlarıyla yüz yüzeyiz.
Bunlar arasında laboratuvarlarda üretilebilecek virüslerden, yanlışlıkla korkunç sonuçlar verebilecek yapay zeka deneylerine kadar çok fazla şey var. Bu tehditler Dünya’nın da ötesine uzanabilir. Moynihan çok gezegene yayılmanın ille de bu tür risklerin tümünü ortadan kaldırmadığını söylüyor.
“Kısa vadede, aşırı riskli varoluş sorunları üzerinde kapsamlı bir tartışmayı başlatmak insanlığın geleceğini koruma bakımından Mars’a gitmekten çok daha ucuz bir yol olabilir” diyor.
Peki ya iklim değişikliği? İnsanlığın tamamını bir anda yok edecek bir tehlike olmasa bile, milyarlarca insana kısa vadede büyük zarar verecek bir kriz. Ve bugün yapılacak hiçbir uzun vadeli uzay seyahati veya yerleşimi projesi şu an karşı karşıya bulunulan bu krizden kaçınabilmemize bir katkı sunmuyor.
Seller, orman yangınları ve sıcak hava dalgaları yaşadığımız şu günlerde, milyarderlerin uzay seyahati planlarını eleştirenlerin sayısı da bir hayli yüksek.
Bugün karşı karşıya olduğumuz sorunların büyüklüğüne bakarak, en azından kısa vadede başka gezegenlere yerleşme fikrini şimdilik rafa kaldırmak gerektiğini düşünenler var.
DÜNYA’YI KORUMAK İLE UZAYA GİTMEK ARASINDA
Yakınlarda bilim yazarı Sim Kern tarafından kaleme alınan bir makale tam da bu duyguyu yansıtıyor. Sim Kern uzayın bir kurtuluş fikri bir her şeye yeniden başlama fikri sunabileceğini ama gerçekte “yarattığımız sorun yumağını kaç ışık yılı seyahat edersek edelim, ardımızda bırakamayacağımızı” söylüyor.
Sim Kern insanlık olarak zaten güzel bir yerleşimimiz olduğuna vurgu yapıyor:
“Bu yerleşim gayet büyük, bütün arkadaşlarımızı ve ailemizi alacak kadar büyük. Harika bir yer çekimi ve solunabilir bir atmosfer şeklinde ortaya çıkan harika bir radyasyon koruması mevcut. Neredeyse sınırsız enerji kaynaklarıyla dolu. En başka güneş. Çok ısınıp bizi tamamen yakmadan önce daha bir milyon yıl daha ömrü var.”
“Uzay gemimizde (Dünya’da) inceleyebileceğimiz, davranışlarını, dillerini ve zekalarını daha yeni yeni anlamaya başladığımız 8 milyon farklı yaşam biçimi var. Bu diğer türler bize hava, gıda, ilaç, su temizleme hizmeti veriyor hatta bizim için şarkı söylüyor, havaya nefis kokular salarak nefes almayı bile güzelleştiriyor” diye sürdürüyor.
Eğer bizden sonraki kuşaklar ikna olursa, buna Bullerby senaryosu deniyor. Bu senaryo adını ünlü İsveçli çocuk hikayeleri yazarı Astrid Lindgren’in kitaplarında geçen her türlü tasadan uzak kırsal yaşam ortamından alıyor.
Burada, insanlığın bir süre sonra uzayı fethetme rüyasından vazgeçip Yeryüzü’ne odaklandığı ve yeşil enerji ile sürdürülebilir tarıma yönelerek, istikrarlı ve huzurlu bir toplum yarattığı hayal ediliyor.
Eğer evrendeki başka canlılarla hala karşılaşmadıysak, kim bilir belki onlar da böyle bir yaşamı seçmiş ve uzaya açılmamayı tercih etmiştir.
Peki ama gerçekten çok uzun vadede böyle kalabilir miyiz? Eğer yüzbinlerce yıldan söz ediyorsak Güneş Sistemi ve Samanyolu’na yayılma fikri insanlığın geleceği açısından daha ciddi bir seçenek olarak gündeme gelemez mi?
Şu anda böyle bir projeye girişilmesine karşı olanlar bile çok uzun vadede bunu reddetmekte zorlanabilirler.
Ortalama bir memeli canlı türünün ömrü, 1 milyon yıl gibi görünüyor. Bu da eğer bir şey yapmazsak bir gün insanlığın da tür olarak bu noktaya geleceğine işaret ediyor.
Felaketlerin uzun vadede türümüzü tamamen yok etmesi kaçınılmaz olabilir. Ama diğer hayvanlardan farklı olarak insan ileri bir zekaya sahip.
O nedenle birçok araştırmacı uzay seçeneğinin, insanlığın geleceği için çok daha uzun vadeli bir çözüm sunduğunu düşünüyor. Eğer galaksinin her yerinde yerleşimleri olursa, insanlık daha kalıcı olabilir.
‘İLERLEMELER RASYONEL OLMAYAN İNSANLAR SAYESİNDE GERÇEKLEŞİR’
Oxford Üniversitesi’nden Anders Sandberg “Bütün yumurtaları aynı kırılgan sepete koymama yanlısıyım” diyor.
“Uzay yerleşimleri gezegenlerden daha kırılgan ve daha zayıf çözümler olabilir ama onlardan çok sayıda inşa edebilirsiniz: Bir kere birkaç tane büyük yerleşim inşa ettiğinizde, o zaman birçok küçük küçük yerleşim yapmak da kolaylaşır. O noktada riskleri azaltmış olabilirsiniz” diye ekliyor.
Thomas Moynihan da bu görüşte:
“İnsanlığın uzun vadeli potansiyellerini tam olarak kullanabilmesi için bir aşamada gidilebilenin ötesine uzanması gerekiyor. Dünya, Güneş’imizin yaşlanmasıyla birlikte giderek yaşanmaz hale gelecek. Fakat Evren’in genişlikleri yaşamı ve bilincin zenginliklerini bunun çok ötesine taşıyabilir.”
Ancak burada şöyle bir sorun da var: Çok ileri bir zamanda bile daima bir uzay projesine başlamamak için bazı gerekçeler olacaktır. Her zaman Dünya’da halledilmesi gereken daha acil sorunlarla yüz yüze gelinebilir.
Anders Sandberg “Çok gezegenli olmak büyük bir vizyon ve uzun vadede iyi bir şey, fakat hiçbir zaman rasyonel bir şey olmayabilir” diyor ama “Bütün ilerlemeler rasyonel olmayan insanlar sayesinde olur” sözünü hatırlatarak şöyle tamamlıyor:
“Bugün Bezos ve Musk’ın yaptığı şeyler makul olmayabilir, fakat (en azından son tahlilde) hala iyi bir şey yapıyor olabilirler. “
Bugünün milyarderlerinin öncelikleri, kişilikleri, servetleri ve sosyal adaletsizlik ya da iklim değişikliğine karşı tutumları ya da çalışanlarına nasıl davrandıkları konusunda farklı düşünceleriniz olabilir ama kısa bir zaman dilimi içerisinde uzay yolculuğu konusunda önemli ilerlemeler sağladıkları inkar edilemez.
Bunları yapmayıp sonraki kuşaklara mı bırakmalıydılar? Belki. Fakat bu, katkılarını değersizleştirmiyor.
Anders Sandberg, Elon Musk ile yıllar önce daha SpaceX şirketi uzaya roket gönderip geri getirmeden önce, işadamının Oxford Üniversitesi’nin İnsanlığın Geleceği Enstitüsü’ne yaptığı ziyaret sırasında konuştuklarını hatırlıyor.
“Oxford’daki Grand Cafe’de otururken, öylece, peçetelerin üzerine çizimler yaparak bana o sırada nasıl, NASA’nın yaptığından çok daha ucuz şekilde uzaya araç gönderip getirebileceğini anlatıyordu. Ben de kafamı sallayıp ‘Umarım haklısınızdır’ diyordum. Eh, yapabileceğini ispatladı.”
Ne var ki Sandberg, insanlık bir gün uzun bir süre geleceğini garanti altına alacak galaksiye yayılmış bir medeniyet kuracaksa bunun ille de 21’inci yüzyılda yaşamış iki milyarderin arzuları ve düşleri doğrultusunda şekillenmeyebileceğine de işaret ediyor.
“Eğer uzayla ilgili vizyonu birkaç kişinin belirlemesini istemiyorsak, hepimiz bu konudaki düşlerimizi ve taleplerimizi dile getirmeliyiz” diyor.
Milyarderler kuşağını eleştirenler onların yapacağı projelerin, sosyal adalet ve eşitsizlik gibi bugünün büyük sorunlarını hesaba katmadan oluşacağından endişe ediyor. Ama bu tür konuları uzay keşif planlarına dahil etmek için birçok fırsat çıkabilir.
Örneğin dil bilimci Sheri Wells-Jensen uzun zamandır engelli astronotların uzay programlarına katılması konusunu gündeme taşıyor. Bu yıl Avrupa Uzay Kurumu (ESA) onun önerilerini dikkate almış olmalı ki, ‘parastronotlar’ almak için iş ilanı verdi.
Ve birçok kişi enerjisini iklim değişikliği ve şu anda yüz yüze olduğumuz daha kısa vadeli sorunlara odaklamak istese de gelecek kuşaklar bugünün çabalarından da yararlanarak uzun vadeli uzay projelerine yönelmek isteyebilir.
Sonuçta uzay projeleri ile iklim değişikliğiyle mücadele her zaman birbirine alternatif öncelikler değildi.
Dünya’yı uzayda “mavi bir nokta” olarak gösteren uzaydan çekilmiş fotoğraflar birçok insana gezegenimizi kurtarmanın ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Ayrıca uydu teknolojisi olmasaydı, iklim değişikliğini bilimsel olarak bu kadar iyi anlayamayabilirdik.
Uzun vadede uzayın derinliklerine yayılmak Silikon Vadisi’ndeki bir avuç milyarderin değil insanlığın projesi olabiir.
Geleceğimizin çok ileriki bir aşamasında galaktik bir medeniyet kurulabilir. Belki Bezos’un O’Neill’in silindirik yüzen uzay yerleşimleri rüyası gerçek olabilir. Belki bu, türümüzü yok olmaktan kurtarabilir.
Fakat ne yöne gidersek gidelim, gelecek, 21’inci yüzyılın en zengin adamları göçüp gittikten çok sonra hayatta olacak olan Samanyolu vatandaşlarının öncelikleri ve arzularıyla şekillenecek.