Son günlerde dünyanın dört bir yanında yaşanan yangınlar, Kuzey Kutbu’na yağan yağmurlar ve dünyayı kasıp kavuran kuraklık birçok sorunun yanında …
Son günlerde dünyanın dört bir yanında yaşanan yangınlar, Kuzey Kutbu’na yağan yağmurlar ve dünyayı kasıp kavuran kuraklık birçok sorunun yanında gıdada sürdürülebilirliği de tehdit ediyor.
Bütün bu gelişmelere ek olarak dünya nüfusunun dokuz milyar kişiye yaklaşacağı 2050’de, küresel protein talebinin de yüzde 70 artacağı düşünülüyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres, yaptığı bir açıklamada, 2020 yılında 811 milyon insanın açlıkla karşı karşıya kaldığını bu rakamın pandeminin de etkisiyle 2019’dan 161 milyon daha fazla olduğunu söyledi. Guterres, pandemi kısıtlamalarının da etkisiyle sağlıklı gıdaya erişemeyenlerin sayısının üç milyar olduğunu belirtti.
Dünyada yaşanan bu sorunlar Türkiye’yi de etkiliyor. Son yıllarda kuraklıkla boğuşan Türkiye, gıdada kendi kendine yetebilmekten uzak. Amerika Birleşik Devletleri Tarım Bakanlığı’nın (USDA), Türkiye’nin tahıl ve yem üretimine ilişkin kaleme aldığı 27 Temmuz tarihli raporda; Türkiye’de bu yıl yaşanan kuraklığa, buğday ve arpadaki düşük rekoltelere ve Türkiye’nin ithal ettiği ürün miktarının artacağına dikkat çekildi. Rapora göre Türkiye’de 1 Ekim 2020 ile 30 Haziran 2021 arasında gerçekleşen ortalama yağış miktarı geçen yıldan yüzde 23 daha az olarak kaydedildi.
Türkiye Mimar Mühendisler Odaları Birliği Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Baki Remzi Suiçmez, TÜİK tarafından yayımlanan 2019-2020 sezonuna ilişkin Bitkisel Ürün Denge Tabloları’na göre Türkiye’nin artık ithalata bağımlı hale geldiğini söylüyor.
PARAYLA BİLE ALINAMAYACAK
Ülkelerin parası olsa dahi dışarıdan ürün alamayacağı bir döneme girildiğini hatırlatan Suiçmez, şunları söylüyor:
“Salgın sürecinde ülkeler sınırları kapatmakta, üretim azalmakta, dış ticaret hacmi daralmakta ve korumacılık önlemleri artmaktadır. Dışa bağımlılık bir çözüm olmayıp, gıda arz açığımızın yokluk, kıtlık ve açlık olasılıklarına karşı zamanında giderilmesi bir zorunluluktur. Kendimize yeterli olmadığımız ve üretim açığının olduğu ürünlerde dış alım olanaklarının da iyice kısıtlandığı bir ortamda tek çözüm, ülkemizdeki temel tarım ürünlerini ve gıda üretimini planlı bir şekilde yeterli ve dengeli olarak artırmaktır. Arz fazlamız olan ürünlerde dış ticaret ortamını geliştirip döviz girdisi sağlamak da bir gerekliliktir. Dünya ölçeğinde yeniden gündeme gelen korumacı tercihlerden ders çıkararak ülkemizdeki dışa bağımlı neo-liberal tarım politikaları yerine bir an önce üretim odaklı ulusal çıkarlarımıza yönelik “kamucu tarım politikası” değişikliğine gidilmeli, yerli üretimimiz ve üreticilerimiz koşulsuz desteklenmeli, gıda egemenliği kapsamında kendimize yeterliliğimiz ve sürdürülebilirliğimiz sağlanmalıdır.”
ATIK ÜRÜNLERİ AZALTMALIYIZ
Sürdürülebilir gıda çalışmalarının var olan gıdayı korumakla başarıya ulaşabileceğini söyleyen Gıda Güvenliği Derneği Başkanı Samim Saner ise gerek sofralarda gerek tarlalarda gerekse fabrikalarda gıda güvenliği teknolojilerine önem vererek var olan gıdaların uzun süre sağlıklı bir şekilde saklanabilmesi gerektiğini dile getirdi. Saner, şöyle konuştu:
“Gıdayı doğru soğutup doğru ambalajlıyorsanız o zaman daha az gıda atmak zorunda kalıyorsunuz. Gıdanın doğru korunmasına kafa yormak gerekiyor. Peynir, yoğurt, sucuk, turşu gibi gıdalar keyfi olarak keşfedilmedi. Var olan sütün, etin ve meyve sebzenin sürdürülebilir olmasını sağlamak için atılmış adımlarla ortaya çıktılar. Biz de gıda sürdürülebilirliğini gıda kaybını azaltarak sağlamaya çalışıyoruz” dedi.
Sürdürülebilir gıdanın aynı zamanda üretim anındaki su kullanımı, karbon gazı salımı gibi önemli noktalarla da ilişkisi olduğunu aktaran Saner, “Bir kg. et üretimi için 15 bin litre su tüketildiği tahmin edilmektedir. Bu nedenle de bitkiden protein alımına dikkat edilmesi ve bunun teşvik edilmesi gerekiyor” diye konuştu.