Fatma Girik, Akdeniz gibi bakardı. Güzel, sıcacık, huzurlu, fırtınalı… O gözlerde hem gençliğin meydan okuyuşunu, hem de binlerce yıllık …
Fatma Girik, Akdeniz gibi bakardı. Güzel, sıcacık, huzurlu, fırtınalı… O gözlerde hem gençliğin meydan okuyuşunu, hem de binlerce yıllık birikimi gördüm hep. Hayatı seven, dünyayı seven, mesleğini seven, içinde yaşadığı toplumu seven, Memduh Ün’ü seven, bunlara karşı kendini hep sorumlu hisseden, sözünü hiç sakınmayan Fatma Girik, aşkını, tutkusunu, yeteneğini, cesaretini, direnişini gözlerinde taşırdı. Sanatçı özellikleri, sineması çok konuşulacak nasılsa… Sonsuzluğa göçüşünü duyduğumda içime ilk o an gelip yerleşti:
Rotterdam’da “Rode Tulip- Kırmızı Lale- Film Festivali’ndeyiz. Gün boyu sokakları, kahveleri, müzeleri dolaşıp duruyoruz. Kendimizi sohbete, gülmeye, yürümeye, keşfetmeye kaptırmışız… Birden eyvah festivalin açılış törenini kaçıracağız! Ben, neyse, ama o kaçıramaz, çünkü onur konuğu ve sahnede “Yaşam boyu Başarı Ödülü’nü alacak!
Sahnede onu gördüğümde gözlerime inanamadım: Siyah dantel elbisesi içinde bir kraliçe! Yeryüzünün tüm laleleri onun ışıltısının yanında sönük kalıyordu. Bütün gün ayağında en sıradan bir pantolon bir trençkotla dolaşan o ufacık tefecik, birazcık da “erkek Fatma”, komikliklere bayılan kadınla, bir saat sonra, spot ışıklarının altında büyüdükçe büyüyen, bir kuğu gibi süzülen, kraliçe edasıyla herkesi büyüleyen, kırılganlığı ve soyluluğuyla kitleleri kucaklayan, aynı insan olabilir miydi? Olmuştu işte! Fark sadece görüntüdeydi. Tatlı dilli, zengin gönüllü, kocaman kalpli, her anın hem tadını çıkaran hem de sorumluluğunu üstlenen, her daim güler yüzlü, gülen gözlü kadın hep aynı insandı. İyi ki varsın Fatma Girik!