Gazetemiz yazarı Ergin Yıldızoğlu, bugünkü köşesinde “Söyleyene değil, söyletene bak!” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Geçtiğimiz günlerde Mehmet …
Gazetemiz yazarı Ergin Yıldızoğlu, bugünkü köşesinde “Söyleyene değil, söyletene bak!” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Geçtiğimiz günlerde Mehmet Barlas’ın ‘CHP’ye kapatma davası’ yazısını eleştiren Yıldızoğlu, Barlas’ın ‘kendince’ siyasi iklime müdahale ettiğini dile getirdi.
Yıldızoğlu, “Barlas, CHP ve İYİ Parti’yi, AKP liderliğinin sık sık dile getirdiği ‘Bunlara devlet, ülke teslim edilmez’ ifadesini tekrarlayarak tehdit ediyor” diyerek AKP rejiminin cesaret edemediği taktiği Barlas’ın dile getirdiğini ifade etti.
Yıldızoğlu şöyle devam etti:
Barlas, AKP rejiminin bugün açıkça dillendirmeye cesaret edemediği bir taktiği, onlar adına dile getiriyor. Böylece, hem bir “consigliere” olarak reise hizmet etme görevini yerine getiriyor hem de reis bu taktiği prematüre bir biçimde dile getirerek tepkilere hedef olmadan, siyasi ortamın “ateşini ölçüyor”, muhalefetin direniş gücünü test ediyor.
“SAHİBİNİN SESİ”
Yıldızoğlu’nun yazısının tamamı şöyle:
Mehmet Barlas’ın pazartesi yazısını okuyunca, ilk önce “sahibinin sesi” diye düşündüm. Salı yazısı da üzerine tüy dikti! Ancak biraz dikkatle bakınca daha ilginç bir durumla karşı karşıya olduğuma karar verdim. Yandaş basının ve yandaşlığın “duayenlerinden” Mehmet Barlas, “Muhalefetin meşruiyet sorunu” başlıklı yazısında baklayı ağzından çıkarmıştı: HDP, CHP, İYİ Parti kapatılabilir. “Unutmayalım ki” diyor Barlas, “bu durum Türkiye’de ne ilktir ne de son olur.” Diğer bir deyişle normaldir.
BİR ‘CONSIGLIERE’ OLARAK BARLAS
Böylece Barlas (ki bu işlerde çok deneyimlidir) yazısında, üç noktada, kendince, siyasi iklime müdahale ediyordu.
Birinci noktada Barlas karşımıza “ev sahibini” bastıran “yavuz hırsız” olarak çıkıyor: Dünyada, özellikle Türkiye’nin finansal ve teknolojik beslenme kaynaklarının merkezlerinde, medyanın, siyasi liderlerin ve uzmanların, siyasal İslamın, AKP rejiminin meşruluğunu tartışmaya başladıkları bir dönemde Barlas, deneyimlerine çok uyan basitlikte bir “takla atarak”, meşruiyet sorununu muhalefet partilerinin üzerine kaydırmaya çalışıyor.
Barlas, bu meşruiyet sorgulamasını liderin Batman toplantısında dile getirdiği görüşlerine dayandırıyor: “O görüşlerin oluşturduğu tablo içindeki partileri meşru kabul edebilir misiniz?” Anlaşılan Barlas’ın, gözünde lider Alfa ve Omega’dır, görüşleri meşruiyetin sınırlarını belirleyen, kodlanmamış doğal yasalar gibidir. Körle yatan şaşı kalkar özdeyişinde olduğu gibi Barlas, AKP liderliğiyle ve yandaşlarıyla geçirdiği zamanların sonunda onlar gibi gerçeklikle bağlarını koparmış ve giderek liderin savlarını hakikat sanmaya başlamış. Fesuphanallah!
İkincisi Barlas, CHP ve İYİ Parti’yi, AKP liderliğinin sık sık dile getirdiği “Bunlara devlet, ülke teslim edilmez” ifadesini tekrarlayarak tehdit ediyor: “Bu gerçeklerin (liderin sözlerinin-E.Y.) ışığında gerek CHP’nin, gerek İYİ Parti’nin eskisinden farklı biçimde dikkatli davranmaları gerekiyor. Çünkü 2023 seçimleri Türkiye için geleceğe yönelik bir dönüm noktası olacaktır. 85 milyon insanın kaderini 2-3 sorumsuz politika heveslisinin gayri meşru çabalarına kurban edemeyiz.” Diğer bir deyişle kapatırız olup biter. Nasıl olsa bu ülkede bu gibi işler normaldir.
Üçüncüsü, Barlas, AKP rejiminin bugün açıkça dillendirmeye cesaret edemediği bir taktiği, onlar adına dile getiriyor. Böylece, hem bir “consigliere” olarak reise hizmet etme görevini yerine getiriyor hem de reis bu taktiği prematüre bir biçimde dile getirerek tepkilere hedef olmadan, siyasi ortamın “ateşini ölçüyor”, muhalefetin direniş gücünü test ediyor.
BİR SEMPTOM OLARAK BARLAS
AKP liderliği biliyor ki rejim, ülkede ve dünyada bir nebze meşruiyet iddiasına sahip olacaksa, bir yolunu bulup genel seçimleri kazanmak zorundadır. Ancak tüm kamuoyu yoklamalarının bulguları, AKP’nin çekirdek seçmeninin bile tümünün oyunu almasının giderek zorlaştığını düşündürüyor. Halkın, artan yoksulluk, rejimin keyfi yönetimi, lider kadrosunun ve yandaş sermayenin vurgunları, mafyalaşma işaretleri karşısındaki tepkileri, bu bulguları destekliyor.
Rejim, seçimleri kazanma olasılığının her gün azaldığını görüyor. Diğer taraftan bir rejimin “uluslararası topluluk içinde” gayri meşru ilan edilmesinin getireceği yaşamsal riskleri de Saddam ve Esad deneyimlerinden biliyor. Rejim, seçimleri kazanmak için alması gereken risklerin artmakta olduğunun da farkındadır.
Bu noktada Barlas karşımıza, muhalefet partilerine, seçimleri kaybetmeyi kabul etmelerini, rejime de eğer etmezlerse seçimlere girmelerinin engellenmesini önererek işte bu paradoksun ve korkunun semptomu olarak çıkıyor.
Bu noktada da akla ister istemez şu soru geliyor: Rejim bir bahane bularak HDP, CHP ve İYİ Parti’yi kapatırsa bu partilerin liderliğinin, seçmeninin tepkileri nasıl olacaktır? En güçlü olasılıklardan birini gözümde canlandırır gibiyim: “Kapatamaz” diye avunarak pasif biçimde beklemek. Bir diğer olasılık da “Aman rejime baskıyı şiddeti artırma fırsatı vermeyelim!” diyerek pasif biçimde beklemek. Tabii bir olasılık daha var. O da cesaret, basiret ve kararlılıkla ilgilidir! Cumhuriyeti kuran devrimci kuşağın liderinin ölüm yıldönümünde, o olasılık üzerinde düşünmek gerekiyor!