Paul Schwenn Genel seçimlerin ardından üç hafta geçmiş olmasına karşın Almanya’yı gelecekte hangi koalisyonun yöneteceği henüz netlik kazanmadı …
Paul Schwenn
Genel seçimlerin ardından üç hafta geçmiş olmasına karşın Almanya’yı gelecekte hangi koalisyonun yöneteceği henüz netlik kazanmadı. Sosyal Demokrat Parti’den (SPD) Şansölye adayı Olaf Scholz ve ekibi şu sıralar Yeşiller ve FDP (Liberal Demokratlar) ile müzakere yürütüyor. Yeşiller’in müzakere ekibi, Alman medyası tarafından aralarında göçmen kökenli tek bir politikacı olmadığı gerekçesiyle epey eleştirilmişti. Taz gazetesi, satırlarında bu duruma atıfla, “Yeşil müzakereciler, beyaz bir Bayvera sosis (“Weißwurst”) kadar çeşitlidir” ifadelerine yer vermişti. Ancak Bundestag’ta durum biraz farklı.
Berlin merkezli Medya Entegrasyon Merkezi’ne (Mediendienst Integration) göre, “Yeni Federal Meclis üyelerinin yüzde 11,3’ü göçmen kökenli ve bu rakam 2017’deki son seçimden yaklaşık yüzde üç daha fazla. Dahası, 735 vekilden 18’i Türk aile geçmişine sahip.”
O halde sözü edilen bu Türk asıllı Alman milletvekilleri kimler? Önümüzdeki dört yıl içinde hangi konuları ele almak istiyorlar? Türkiye-Almanya ilişkilerinin geleceğini nasıl değerlendiriyorlar? Cumhuriyet, yeni Federal Meclis’in üç üyesiyle görüşerek merak edilenleri doğrudan onlara sordu.
CANSEL KIZILTEPE, SOSYAL DEMOKRAT PARTİ (SPD)
“Güvenleri yeniden kazanmak için çoklu vatandaşlık düzenlemesi uygulamamız gerekiyor.”
Fotoğraf: Maximilian König
‘Küçük İstanbul’ adıyla anılan Kreuzberg, muhtemelen Türkiye’de en çok bilinen Alman semtidir. Türkçe Rap’in yıldız ismi Killa Hakan ve Kotbusser Tor, semtin en popüler özneleri arasında yer alıyor. Sizler de 1970’li yıllarda bu semtte doğup büyüdünüz ve bugün de Kreuzberg’i bir milletvekili olarak temsil ediyorsunuz. Süreç içinde Kreuzberg’te neler değişti?
Ailem Kreuzberg’e taşındığında, Berlin Duvarı hâlâ ayaktaydı. Bölünmüş Almanya zamanlarında Kreuzberg, Berlin Duvarı’nın çevresindeki bir bölgeydi. Düşük kiralar nedeniyle semtte yalnızca göçmenler yaşıyordu. Dairelerin kendi banyoları veya duşları yoktu. Yine de güzel bir çocukluk yaşadım. Hep dışarıda oynardık ve herkes herkesi tanırdı, “36 Boys” gibi sokak çeteleri de dahildi bu duruma. Bugün, Kreuzberg, Almanya’nın en yoğun şekilde kentsel dönüşüme maruz kalan mahallesidir. Annem ve babam hâlâ orada yaşıyor, ancak ailemin pek çok arkadaşı yüksek kiralar yüzünden taşınmak zorunda kaldı.
Türkiye’de olduğu gibi Almanya’da da özellikle büyük kentlerde yeteri kadar uygun bütçeli ev yok. Eylül ayında Berlin’de hükümetin, büyük emlak tekellerinin kamulaştırılmasına yönelik gerçekleştirdiği referandum başarı ile sonuçlandı. Sizce, SPD liderliğindeki federal hükümet, kiraları düşürmek için ne yapacak?
Berlin´de yaşayan insanların yüzde 80’inden fazlası kiralık evlerde yaşıyor. Büyük kentlerdeki dairelerin metrekaresi 8 bin avroya mal olduğu için toplum ev satın alamıyor. Bu durumda, Berlinlilerin çoğunluğunun konut inşaatlarının kamulaştırılmasından yana olması hiç de şaşırtıcı değil.
Ayrıca yeni sosyal konutlar için de bir talebimiz var. SPD olarak, seçim programımızda yılda 100 bin sosyal konut için bütçe sağlayacağımızı ve bu konutların kendi imkânlarımızla inşa edileceğini belirttik. Bu amaçla federal düzeyde bir moratoryum* planlıyoruz, böylece yoğun rağbet gören yerleşim yerlerindeki kiraların sürekli yükselmesi bir süreliğine duracak.
SPD, geçmişte Türk kökenli seçmenler arasında çok popülerdi. Parti, 1990’lardaki zirve döneminde, Türk kökenli göçmenlerin oylarının dörtte üçünü almıştı. Kreuzbergli bir milletvekili olarak gözleminiz nedir, partiniz neden Almanya’daki Türklerin desteğini kaybetti?
Bu durum, SPD’deki hayal kırıklığı ile ilgili. 2000’lerin başında çifte vatandaşlığı çok güçlü bir şekilde savunduk. Ancak bunu uygulayamamamızın nedeni SPD kaynaklı değildi. CDU, “Kinder statt Inder” (“Hintliler Yerine Çocuklar”*) gibi popülist sloganlar eşliğinde Federal Konseyde çoğunluk elde ettiği bir kampanya ile projemizi engelledi. Bunun dışında, Almanya’daki Türk toplumunun fazlaca Türkiye`nin etkisi altında kaldığını gözlemliyoruz.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2017 federal seçimleri öncesinde Almanya’daki Türk kökenli seçmenlere hitaben yaptığı boykot çağrılarından mı bahsediyorsunuz?
Evet. Çünkü insanlar burada yaşıyor ve seçimler buradaki problemlerle ilgili. Türk hükümet yetkilileri SPD’ye, Yeşillere, FDP’ye, CDU’ya oy verilmemeli diyorsa, geriye sadece AfD ya da küçük parti “Team Todenhöfer”e kalıyor.
Genel seçimlerden önce partiniz Türkçe bir seçim reklamı yayınladı. Seçimlerde, diğerlerine kıyasla daha az oy veren Türk kökenli seçmenin dikkatini çekmek için mi bu adımı attınız?
Twitter’dan çok sayıda nefret mesajı aldım. İnsanlar bana “Oy kullanmasına izin verilen herkes Almanca da bilmeli” diye yazdı. Türkçe reklam videosu siyasi katılımla ilgiliydi. Biz toplum olarak, Türk topluluğunu yıllarca ihmal ettik. Anne ve babamın Alman vatandaşlığı yok, yerel seçimlerde oy kullanmalarına bile izin yok. 60 yıldır burada yaşayıp vergi verenler neden oy kullanamıyorlar?
O zaman sizce anneniz ve babanız gibi Almanya’da uzun süre yaşamış, çalışmış ve Alman pasaportu olmayan kişilere de ihtiyaç duyulması halinde oy verme hakkı verilmeli mi?
Almanya’da, federal ve eyalet düzeyinde oy kullanma hakkı temel olarak vatandaşlıkla bağlantılıdır. Annem ve babam gibi insanlar için birden fazla vatandaşlığa ihtiyacımız var. Seçim kampanyasında birçok insan bana bu talebi iletti.
Güvenlerini yeniden kazanmak ve insanları SPD’ye geri çekmek için çoklu vatandaşlık düzenlemesini uygulamaya sokmamız gerekiyor. Mevcut durumda, burada doğanlar için çifte vatandaşlık mümkün kılınıyor. Ancak bu durum ilk nesil göçmenler için geçerli değil. Bu düzenlemeyi uygulamaya sokmak için koalisyonda sorun yaşanacağını düşünmüyorum. Bir liberal parti olan FDP’nin de bunu engelleyeceğini düşünmüyorum.
ATEŞ GÜRPINAR, SOL PARTİ (DIE LINKE)
“Türk hükümeti, geniş bir tabanla seçilmiş olan HDP’yi suçlu ilan ediyor.”
Fotoğraf: Jakob Huber
Sol Parti, genel seçimlerde yüzde 4,9 oy oranı elde etti. Bu durum, 2017 yılındaki seçimlere kıyasla parlamentodaki temsilinin yarı yarıya inmesine neden oldu. Muhalefetin yeni bir üyesi olarak elde edilen kötü sonuca rağmen hangi konulara değinmek istersiniz?
Geçmişte sağlık politikaları üzerine çalıştım. Salgın dönemi, önümüzdeki yıllar içinde bazı adımların atılmasına yönelik ihtiyacı bir kez daha açıkça ortaya koydu. Hastanelerdeki kar odaklılık işe yaramadı. Örneğin, ameliyatlardan sonra hastalar, hastaneden çok erken ayrılmakta çünkü hastane artık onlardan kar elde edemiyor.
İnsanların hastaneden sağlıklı çıkmalarını ve orada hastalanmamalarını sağlamaya çalışmalıyız. Bu aynı zamanda, düşük maaşla çok çalışmak zorunda kaldıkları için sürekli stres altında olan hemşireleri de etkilemekte.
37 yaşında, Sol Parti’nin Genel Başkan Yardımcısı oldunuz. Türk kökenli olduğunuz için siyasette farklı muamele görüyor musunuz?
Muhafazakâr bir eyalet olan Bavyera’da yaşıyorum. İnsanların yabancı isimleri hemen telaffuz edemeyecekleri ve yaşamak için bir daire bulmanın bile zor olduğu bir yerde. Sağcıların bana karşı iki saldırı noktası var: Ben solcuyum ve onların gözünde bir yabancıyım. Bir kere üzerinde parti logosu olan bir çantayla trendeydim. Trende dört sağcı ile karşılaştım. Arkamdan biri bağırdı; “Trenden inersen ölürsün” dedi. Bir saatlik tartışmanın ardından trenden indiğimde dostça vedalaştık.
Alman ve Türk yurttaşlığınız var. Süddeutsche Zeitung gazetesinin haberine göre, babanız sizin için çocukken Türk vatandaşlığına başvurmuş. Eleştiri yöneltenler çifte yurttaşlığı entegrasyonun (uyumun) önünde bir engel olarak görüyor. Bu konudaki tutumunuz ve kişisel deneyimleriniz nelerdir?
Aslında tam tersi. İnsanlar pasaportlar arasında seçim yapmak zorunda kalırsa bu bir engel olurdu. Babam Gümüşhane’den geliyor ve annem de Berlin’de doğdu. Bir Alman-Türk olarak yalnızca Almanya’nın durumu ile ilgilenmiyorum. Bana da Türk tarihi ve siyaseti soruluyor. Aynı zamanda her iki ülkenin de bazıları bugün bile ele alınmamış olan korkunç geçmişi ile ilgileniyorum. Yurttaşlık, kimliksiz kolayca kurtulamayacağım bir sorumluluğu da beraberinde getiriyor.
Sosyal medya platformu Twitter’da YPG bayrağı bulunan bir fotoğraf paylaştınız. İçişleri Bakanlığı YPG’yi, terör örgütü PKK’nin Suriye kolu olarak tanımlıyor. Avrupa Birliği, YPG’yi değil, sadece PKK’yi terör örgütü olarak kabul ediyor. Ancak Alman medyasında, PKK ile YPG arasında kişisel ve ideolojik örtüşmeler olduğuna dair haberler de yer alıyor. YPG’ye karşı tavrınız nedir?
YPG, sözde İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı savaştı ve pek çok insanın hayatı kurtardı. YPG’yi kriminalize etmeyi uygun görmüyorum. Almanya’nın burada bu uygulamayı sürdürmesi büyük bir sorun. Alman Solu olarak bize yakın olan partilerin çatışmalara nasıl baktığını dikkate alıyoruz, Türkiye’de bu parti HDP’dir. Türk hükümeti, geniş bir tabanla seçilmiş bu partiyi suçlu ilan ediyor. Bu nedenle halkın demokratik kararını kabul etmiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye ve sınırlar ötesindeki bu çatışmalarla iç siyasi sorunlarını halının altına süpürmeye çalışıyor.
Peki, Türkiye’deki can kaybıyla sonuçlanan terör saldırılarının sorumlusu PKK ve Suriye’nin Kuzey’inde bulunan YPG arasında farklılıklar bulunuyor mu?
Evet, elbette PKK ile YPG arasında farklar var. Ancak her iki grup da yıllardır Türk hükümetine görüşmeler teklif ediyor. Devam eden çatışma birçok cana mal oluyor, bu nedenle bir diyaloğun herkesin çıkarına olması gerekiyor.
FİLİZ POLAT, YEŞİLLER
“DITIB’in Diyanet’ten mali ve yapısal olarak bağımsızlık olması tarafımdan memnuniyetle karşılanırdı.”
Fotoğraf kaynağı: Inga Haar
Yeşiller partisi, seçim dönemi öncesinde Hristiyan Demokrat ve Sosyal Demokratlar`ın yanında yeni bir halk partisi olarak görülüyordu. Eş parti başkanınız Annalena Baerbock ile ilk kez başbakan adayı çıkardılar. Ancak yüksek beklentiler ve küresel iklim krizine rağmen yüzde 14,8’de kaldılar. Sizce süreç içinde yanlış giden ne oldu?
Partinin kuruluşundan bu yana tarihsel olarak en iyi sonucu elde ettik. İttifak 90/Yeşiller, neredeyse yüzde 6’lık bir artışla seçimi kazananlar arasında yer alıyor. Bu bizi Almanya’daki en güçlü üçüncü parti yapıyor. 118 milletvekili ile her zamankinden daha da kalabalığız. Hem AB’de hem Almanya’da güçlü bir sesiz.
Son yasama döneminde, çeşitliliği savunan, ırkçılık karşıtlı partiler arasında bir komite kurdunuz. Federal Göçmen ve Mülteciler Dairesi’ne göre Almanya’da toplam 2,9 milyon Türk kökenli insan bulunuyor. Şu anda Türk asıllı 19 milletvekilinden biri olarak meclise girdiniz. Yeni meclisteki çeşitlilikten memnun musunuz ve sizce toplumun hangi bölümleri yeterince temsil edilmiyor?
Ülkemizdeki çeşitlilik bizim gücümüzdür. Bunun parlamentodaki temsilinin demokrasiye de yansıması gerekir. FDP (Liberal Demokratlar) ve aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) yüzünden kadınların oranı yüzde 30’un biraz üzerinde. Ayrıca Avrupa’nın en büyük ulusal azınlığı olan Sintiler ve Romanlar bile henüz Alman Federal Meclisi’nde “kendi” seslerine sahip değil. Ancak Parlamentoya iki trans kadının seçilmesi, daha çeşitli ve renkli olmak yolunda emin adımlarla ilerlediğimizi gösteriyor.
Yeşiller Grubunun göç politikaları sözcüsü olarak Türk-İslam toplumunun önde gelen dini kurumlarından biri olan DİTİB’in Ankara’daki hükümete bağlılığını eleştirdiniz. Almanya’daki en büyük Müslüman derneğinin neden ve nasıl reform yapması gerektiğini düşünüyorsunuz?
DİTİB birçok yerde değerli işler yapıyor, Almanya’nın her yerindeki Müslümanlara destek sağlayarak, yardım ediyor. Yine de benim açımdan, DITIB’in Diyanet’ten mali ve yapısal olarak bağımsızlık olması memnuniyetle karşılanırdı. Almanya’daki imamların eğitiminin devletten bağımsız olması dini uygulamalar için öncelikli ve önemli bir adımdır.
Yeniden seçilmenizden sonra Türk basınında “Türk düşmanı” olarak anıldınız. Yeni Şafak’a göre, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın 2017’de Almanya’ya yapacağı resmi ziyarete karşı çıktınız. Türklerin “düşman” suçlamasına nasıl cevap veriyorsunuz? Yeni hükümet Türk-Alman ilişkilerinde tansiyonu düşürebilmek için ne yapmalıdır?
Türkiye’de “düşman” kelimesi sık sık kullanılıyor. Bunu sorunlu ve tehlikeli buluyorum. Alman-Türk ilişkileri için her iki tarafta da eşit düzeyde eleştirel bir tartışma mümkün olmalıdır. Demokrasilerde, hükümet politikalarını eleştirel bir şekilde sorgulamak elbette mümkün olmalıdır. Yeşiller üyesi bir milletvekilli olarak benim için basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarıdır.
* Moratoryum: Moratoryum, borçlanıcının, ödeme gücünü kaybetmesi nedeniyle borçlarının tümünü veya bir kısmını ödeyemeyeceğini ilân etmesidir. Genelde borçlu ve alıcı arasında borcun yeniden yapılandırılması ile sonuçlanır.
* Kinder statt Inder: “Okullarımızda Hintliler gibi yabancılar yerine daha fazla Alman çocuk istiyoruz” anlamındaki ırkçı slogan