“Hepimiz bir bedene sahip olarak bu dünyaya fırlatılmış varlıklar gibiyiz, ‘kendim olmak’ dışında deneyimleyebileceğim bir şey yok” diyerek …
“Hepimiz bir bedene sahip olarak bu dünyaya fırlatılmış varlıklar gibiyiz, ‘kendim olmak’ dışında deneyimleyebileceğim bir şey yok” diyerek, türümüzün binlerce yıllık ehlileşme yolculuğuna ışık tutan ressam Rugül Serbest, sanatıyla varoluş mücadelesini tuvaline taşıyor.
‘Kendimin Ormanında’ resim sergisi, Serbest’in manifestosuna uygun şekilde, insanı sahip olduğu bedenden sıyırarak bir bitki formunda düşünmeye, hatta daha geniş bir bakışla, doğanın bir parçası değil ta kendisi olarak hissetmeye sevk ediyor. Serbest’in resimlerinde, doğa ile insanın arasındaki görünmez bağlar belirginleşiyor. Resimlere, doğal bir kompozisyonun parçaları olarak baktığımızda ise çokluk hükmünü yitiriyor; orada insan ve doğa bir bütün. Tıpkı insan gibi, çiçeğin, çimenin ve dahi ağacın cevheri de aynı kaynağın ürünü.
Serbest, resimlerinde barındırdığı masalsı ögelerle, bizi özden uzaklaştıran tüm kaygıların önüne kalın bir set çekiyor. Serbest’in penceresinden izlediğimiz yaşam bana göre bir tür ‘başlangıcı’, insanın böylesine kirlenmezden önceki saf varlığını ve pek çok Doğu felsefesinde bahsedildiği üzere ‘varılması gereken nihai noktayı’, temsil ediyor.
Sanatseverlerin 8 Ocak’a kadar ziyaret edebilecekleri bu sergideki eserlerin yanı sıra, Serbest’in bir ağaç gibi toprağa kök salarak yürüttüğü varoluş mücadelesini tanıyabilmek için onu daha yakından tanımak gerekiyor…
RESİM YAPMAK NEFES ALMAK GİBİ
İnsanın adı, istemese de ona bir yön verir, hayata bakışını etkiler derler. Siz de pek sık rastlanmayan bir ada sahipsiniz. Adınızın anlamı nedir ve yaşam yolculuğunuza, sanatınıza nasıl bir etkide bulunmuştur?
Adım aynı zamanda babaannemin adı. Baba tarafım Makedonya göçmeni, belki orada yaygın kullanılan bir isimdir. Kelime anlamı olarak baktığımızda ise ‘ru’ farsça ‘yüz’ demek. Gül yüzlü anlamına geliyor. Adım herkeste olan bir ad olmadığı için bana özel geliyor, adımı seviyorum. Kendimi farklı hissettiriyor. Sanatıma bir etkisi olmuş mudur bilemiyorum ama resimlerimde kendi yüzümü kullanıyorum, belki de buna ilk sebep adımdır. Siz sorunca fark ettim.
Biraz da sizi tanıyalım, bugün bulunduğunuz noktaya varana değin yolunuz nerelerden geçti, nereye varmak istiyorsunuz?
İzmir doğumluyum, 2012 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Resim bölümünde lisansımı tamamladım ve ardından 2019 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim bölümünde yüksek lisansı bitirdim. İstanbul’a yüksek lisansım vesilesi ile gelmiştim ve 6 yıldır İstanbul’da yaşıyorum ve buradaki atölyemde çalışmalarıma devam ediyorum. Kendimi bildim bileli resim yapıyorum ve çocukluğumdan beri hep ressam olmayı diledim diyebilirim. Ailem de beni bu alana teşvik etti ve destek oldu. İlkokuldaki resim öğretmenimin de yönlendirmesiyle tamamen bu alana yöneldim. Resim yapmak benim için bir iç zorunluluk gibi. Yapmadan duramıyorum. Resim yapmadığım zamanlarda kendimi kötü hissediyorum. Resim yapmak benim için tıpkı nefes almak gibi yaşamsal bir ihtiyaç. Zaman zaman sancılı durumlara soksa da bundan vazgeçemiyorum. Resim sanatıyla oldukça garip bir ilişkimiz var. Bugüne dek hayatta pek planlı biri olmadım, genelde hayatın akışına göre yaşamayı seçiyorum. O yüzden bundan sonra neler olur ben de pek kestiremiyorum.
“BİTKİ OLMAK İSTEDİM…”
Serginizin ana teması ve alt mesajları nelerdir?
Hepimiz bir bedene sahip olarak dünyaya geliyoruz ve “kendimiz olmak” dışında deneyimleyebileceğimiz bir şey yok. Sadece bedenimiz üzerinden “şeylere” erişebiliyoruz. Bu sınırlı bir perspektif. Ben de resimlerimde bu sınırlı perspektifi aşmaya çalışıyorum. Bir başkası gibi düşünmek, bir başkası gibi hissetmek nasıldır, bunları sorguluyorum. Resimlerimde yaşadığım veya başkalarına dair hissettiğim duyguları kendi bedenimde canlandırıyorum, kısaca “o” oluyorum.
Bugünlerde, bir taraftan insanları sorgularken, diğer taraftan varoluşu sorgulamaya başladığım bir dönemi yaşıyorum. Dünyayı anlamak için doğaya, bitkilere bakmamız gerek. Çünkü ‘dünyayı yaratan onlar’. Bitkiler dokundukları her şeyi yaşama dönüştürürler; maddeleri, havayı, güneş ışığını kullanarak canlılar için bir yaşam alanı, bir habitat kurarlar. Bitkiler, sadece var kalarak, kımıldamadan ve hareket dahi etmeden, dünyayı dönüştürürler. Bende bir bitki gibi olmak istedim, bitki gibi hissetmek… Köklerimle toprağın derinliklerine kadar inmek, yaşamın gizemli kaynağına karışmak istedim. Böylece “Kendimin Ormanı” oluşmuş oldu…
İNSANIN DOĞA İLE İLİŞKİSİ
İlham ve yaratıcılık kaynaklarınızdan bahseder misiniz? Kısırlık çektiğiniz dönemler oluyor mu; bu tip dönemleri nasıl aşıyorsunuz?
Bu süreçte en önemli motivasyon kaynağım “dünyada olmak”. İçinde yaşamamıza karşın sürekli unutmaya meyilli olduğumuz dünya… Dünyada olduğumuzu hissetmek için de doğaya çıkmak gerek. Doğayı gerçekten hissetmek gerek. Doğa deyince artık aklımıza maalesef gezinti yapılacak yerler geliyor. Ancak doğa bizim evimiz. Doğa, dünyada olmayı sağlayandır. Kısaca her şey doğanın bir parçasıdır. Ben de bu süreçte doğa ile iletişime geçmeye çalıştım. Onu gerçekten hissetmeye, dinlemeye çalıştım. “o” olmayı hayal ettim. Sonrası, üretmek için boşluk ve sessizlik…
Az önce de ifade ettiğim gibi resim yapamadığım dönemlerde kendimi kötü hissediyorum ama bu dönemlerin geçici olduğunu da biliyorum. Bazen kısa bir mola vermek gerekebiliyor. Çünkü yeni fikirler daima bu süreçlerin ardından geliyor aklıma. Bu zamanları zihnimde yapacağım resimleri tasarlamakla geçiriyorum, hayal kuruyorum.
Eminim eserlerinizle çok yoğun bir ilişki kuruyorsunuzdur, ancak hayatınızı idame ettirmek ve sanat üretimine devam etmek için de onları satmanız gerekiyor. Bu bir paradoks oluşturuyor mu?
Başlarda garip hissettiriyordu. Resmimden ayrılacağım için üzgündüm ama bir yandan da birilerinin ona değer vermesi ve onu hayatına almak istemesi de hoşuma gidiyordu. Özellikle bazı resimlerimi satarken çok zorlandığım olmuştur. Ama sonra bu yolla birçok kişiye ulaştığını görünce bu üzüntüm hafifledi ve fark ettim ki aslında bir resmi satsanız bile o resim hep sizin ve sizinle kalıyor. Bazen uzaklaşmak iyi bile geliyor. Çünkü yenilerini hatta daha iyilerini yapmak için size alan açıyor.
Gelecek projelerinizden bahseder misiz?
Sergi projeleri elbette hep var. Mevcut sergimi hazırlarken de gelecek sergilerimin konularına kafa yoruyorum. Tabi ki süreç içinde çok değişiyor bu düşünceler ama bir çıkış noktasının olması önemli. Yaklaşık iki yıldır resmin yanı sıra seramik heykeller de yapıyorum. Dolayısıyla, bu serginin ardından biraz da seramiğe yoğunlaşıp, ilerleyen zamanda belki bir heykel sergisi yapabilirim.
YARIN SON GÜN
Rugül Serbest’in, Mumhane Cad. No:50, Kat-1, Karaköy, İstanbul adresindeki Mixer ana galeri mekanında gerçekleşecek ilk kişisel sergisi Kendimin Ormanında, 8 Ocak tarihine kadar izlenebilir.