Spoiler vermek gibi olmasın ama 25. Bond filmi “Ölmek İçin Zaman Yok” (“No Time To Die”) alışılageldiği gibi bir aksiyon sahnesiyle değil tam bir …
Spoiler vermek gibi olmasın ama 25. Bond filmi “Ölmek İçin Zaman Yok” (“No Time To Die”) alışılageldiği gibi bir aksiyon sahnesiyle değil tam bir korku filmi gibi başlıyor. Ama merak etmeyin, Billie Eilish’in mırıldanırcasına söylediği aynı adlı şarkısının yer aldığı o meşhur jenerik başlamadan önce çok sağlam ve uzunca bir aksiyon sahnesi de bekliyor sizi; her zamankinden daha az uçuk belki (bir kaç motorsiklet numarası akıllara durgunluk vermekle komik olmak arasında gidip geliyor ya, neyse artık) ama çok daha karanlık ve duygusal açıdan çok daha yoğun bir girişle başlıyor olaylar zinciri.
BOND’U DEĞİŞTİREN SERİ
Artık Daniel Craig’e veda ettiğimiz bu film, evet doğrudur, bir devrin sonu ama daha da önemlisi aslında bu 5 filmlik Craig serisi daha önceki Bond filmlerinden kopuş anlamında bir devri başlatan filmlerdi bir yandan da. 2006’da “Casino Royale” ile ilk kez 007 smokinini giyen Daniel Craig sadece görünüşü ile değil (‘Sarışın Bond olmaz’ itirazlarını hatırlayan var mı içinizde?) karaktere yaklaşımı ile de farklı bir James Bond yaratmıştı. Kadınlarla ilişkileri her şeyden önce çok daha duyguya dayalı ve derin ilişkiler oldu örneğin. Zaten bu filmde eski büyük aşkı Vesper Lynd’in mezarına gidiyor ve her ne kadar gittiğine pişman olsa da (hayır, zorlamayın anlatmayacağım) “No Time To Die”ın tüm hikayesi yeni aşkı Madeleine Swann (Lea Seydoux) ile ilgili bir intikam meselesi üzerine inşa edilmiş. Onun da ötesinde Craig’in Bond’u eski Bond’lar gibi artık gitgide bayatlayan klişelere çok yüz vermeyen (tabii ki Martini içiyor hala ve zorla da olsa ‘Adım Bond, James Bond’ diyor ama bunlarla daha çok dalga geçiyor en azından) ve mizah dozu düşürülmüş, karikatürize olma tehlikesinden mümkün olduğunca arınmış bir Bond; büyük ölçüde Craig sayesinde.
Her zamankinden daha fazla sürprizler barındıran senaryosuyla “No Time To Die” en uzun Bond filmi olsa da sıkmadan baştan sona izleniyor. Son dönemin en çok ödül alan dizilerinden “Flebag”in yaratıcısı (yazarı, yapımcısı ve oyuncusu) Phoebe Waller-Bridge’in de senaryoya önemli bir katkısı olduğu su götürmez, özellikle kadın karakterlerin çok daha ön planda olduğu böyle bir film söz konusuyken hele. Sürprizlerden fazla bahsetmek olacak iş değil elbette (#notimeforspoilers) ama hiç bir Bond filminde görmediğimiz bir finalin sizi beklediğini çıtlatalım en azından.
Her Bond filmine olan şeyler yine es geçilmemiş elbette. Bir kere tüm insanlığa yönelik büyük bir tehdit olan kötü adam tabii ki mevcut: Lyutsifer Safin (Rami Malek) adındaki bu zat DNA ile üretilmiş bir biyolojik silahı ele geçiriyor ve hiç silah (bomba, kurşun vb) kullanmadan istediği kişi ya da kişileri öldürme gücüne sahip olduğu gibi bir adada bunları çok büyük miktarlarda üreterek Kitle İmha Silahı haline dönüştürüyor.
GELELİM BOND KIZLARINA
“No Time To Die”ın esas kızı elbette Madeleine Swann ama bana sorarsanız daha kısa bir rolü olan ve Bond’a Küba’da yardım eden Paloma (Ana De Armas) filmin en çok prim yapan Bond kızı. Bir de Latasha Lynch’in canlandırdığı bir MI6 ajanı var ki, film boyunca Bond ile çekişmesi ilginç açılımlara sahne oluyor. Ve tabii ki arabalar… Aston Martin’in sadece 500 adet üretilen yeni modeli Valhalla bir sahnede görülüyor ama hiç kullanılmıyor. Bundan sonraki filmlerde inşallah. Ama tabii ki başka iki model Aston Martin ve çok yeni bir Land Rover Defender arz-ı endam ediyor, otomobil tutkunlarının seyir zevki için. Ayrıca her Bond filminde olduğu gibi macera farklı coğrafyalara taşınıyor, bu sefer İtalya, Jamaika, Norveç, Küba (ki bu sahneler aslında İngiltere’de çekilmiş) ve Faroe Adaları (Japonya ile Rusya arasında bir yer sözde) var menüde.
Uzun lafın kısası, Daniel Craig’in vedası hayal kırıklığı yaratmıyor; katmanlı senaryosu, Cary Joji Fukunaga imzalı ustalıklı rejisi ve son derece duygusal hikayesiyle alabildiğine trajik bir film var karşımızda. Galiba ilk kez yeni Bond kim olacak sorusu anlamsızlaşıyor, bakalım siz ne düşüneceksiniz.
FİLMİN NOTU: 8/10