Resmi kayıtlara göre mütevefa gibi görünse de hücre örgütlenmesi şeklinde faaliyetlerini yeraltında sürdürüyorlar hâlâ. Dikkat çekmemek için de …
Resmi kayıtlara göre mütevefa gibi görünse de hücre örgütlenmesi şeklinde faaliyetlerini yeraltında sürdürüyorlar hâlâ. Dikkat çekmemek için de sayfiye yerlerinde toplanıyorlar. Önceki gün de Büyükada’da bir butik otelde bir araya geldiler. 12 Eylül’ün 41. yıldönümünde cuntacılara inat toplandıklarını söyleseler de yemezler. Yine bir şeyler karıştırdıkları kuvvetle muhtemel. “Bu yaşta sokağa çıkmalarına bile 41 kere maşallah demek lazım” demeyin sakın. Bunların her birinin sabıka kaydını döksek Gülhane Hattı Hümayunu gibi metrelerce uzar gider.
Hele de bu toplantıyı Enis Coşkun organize etmişse 40 kere düşünmek lazım. Örgütçülükte ne yaman adam olduğunu eskiler bilir de yeniyetme güvenlik bürokrasisi nereden bilecek?
Bunlar tehlikeli bir iş karıştırmasalar yaşça en büyükleri olan Ergun Elgin “anma” bahanesiyle ta Urla’dan kalkıp ne diye gelecek?
Kemal Anadol, haftada üç gün, dört saat süreyle diyalize giren adam, sen kalk anma toplantısı için “Hayda bre efeler” deyip yollara düş, olacak iş mi?
ANILARI TAZELEMEK
Bizim Ali Abi’yi alın mesela; gazeteye gelmeyen adam koştura koştura Ada vapurlarına binip Büyükada’ya seyirtiyor. Bir de “Aman geç kalmayalım şu geminin daha erken saatte olanı var mı bir bakıverin çocuklar?” diye Aykut’la bendenize talimat veriyor.
Yok yok, kesin bir şeyler karıştırıyor bunlar…
Siz bakmayın “barış marış” mügalatalarına.
Genel Yayın Yönetmenimiz Aykut Küçükkaya, İsmail Saymaz ve ben fakiri davet etmelerinin nedeni de zevahiri kurtarmak. Deşifre olurlarsa “Vallahi biz Barış Derneği sanıkları olarak 12 Eylül’ün yıldönümünde faşist darbeyi tel’in ve anılarımızı tazelemek için toplanmıştık. Gazetecileri bile çağırdık” demek için.
Yakalanmaları halinde o toplantıya yasal kılıf bulmak için 12 Eylül’deki avukatları Turgut Kazan’ı çağırmayı da ihmal etmemişler. O da tek avukat yetmez, hem yeni dönemin şifrelerini kendisinden daha iyi bilir diye olsa gerek avukat kızı Aslı’ya önüne katıp getirmiş.
Toplantının anı anlatmak ve hasret giderme dışındaki gizli amacını öğrenmek için meslek büyüğüm Niyazi Dalyancı’ya sırnaşıyorum ama nafile. Ser verip sır vermiyor.
Toplantı illegal bir örgüt disiplini ile açıldı. Önce yoklama yapıldı. Epey kaçak vardı. Kimi Bodrum’da, kimi yurtdışında çıktı. Hastanede tedavi gören Mehmet Karaca telefonla mesaj göndermişti. Onun gerekçesi makul karşılandı. Genco Erkal, Mudanya’nın Kurtuluş Günü nedeniyle sahnede olacaktı. Onun durumu da mücbir sebep sayıldı. Ama diğerleri için Enis Coşkun elindeki küçük deftere sanırım kırmızı kalemle çarpı işaretleri koydu. Bunlardan biri de “Pandemi”yi gerekçe gösteren bizim Erdal Abi’ydi (Erdal Atabek).
Şefik Asan’ın ismi de yoklama kâğıdına gelmeyenler arasına yazılacaktı ki bahçe kapısından içeri “Uşağım bi durun da… Aha geldum işte” deyip dalıverdi.
12 EYLÜL DAHA İNSAFLIYDI
Bahçede bir sehpa üzerine konulmuş televizyonda Barış Derneği davası ve 12 Eylül’le ilgili bir sinevizyon gösterildikten sonra ülkenin içinde bulunduğu koşullar üzerine serbest görüşmelere geçildi. Ülkenin kutuplaşma içinde örtülü bir savaş hali yaşadığını ve toplumsal barış için herkesin katkı koyması gerektiği üzerine ateşli nutuklar atıldı. Zaten bunlar böyledir, barış kışkırtıcılığı ile ülkeyi karıştırırlar. Ama kendi aralarında da 12 Eylül darbesinin mi yoksa yaşamakta olduğumuz dönemin mi daha faşist olduğu konusunda tartışmalar yaşandı. Tartışmaya son noktayı “12 Eyül darbesi faşist bir darbeydi ama şimdikinden azıcık daha insaflıydı” diyerek Gencay Şaylan koydu.
VAPURU KAÇIRMAYIN!
Akıllarınca barış vurgularını biz gazetecilere zapta geçirecekler. Tabii biz 12 Eylül savcısı Atilla Ülke olmadığımız için zapta geçirdik.
Akşam masada sanırım Mustafa Gazalcı anlattıydı. Barış Derneği duruşmalarından birinde Dernek Başkanı Mahmut Dikerdem ağır hastadır. Duruşmaya sondalarla gelmiş ve kürsüde savunmasını yapmaktadır. Dikerdem savunmasında “Bütün suçları ben üstleniyorum. Arkadaşlarımı sersbest bırakın” diye kükremektedir. Ancak söyledikleri hâkim Atilla Ülkü tarafından zapta geçirilmez. Koğuşa dönüldüğünde herkes Mahmut Dikerdem’in tarihe geçen bir konuşma yaptığı üzerine fikir yürütmektedir. Kemal Anadol, “Ulan oğlum siz önce zapta geçmeyi başarın hele. Zapta geçince zaten tarihe de geçer” deyince tutuklu arkadaşlarının hayallerine turp suyu sıkar.
Gece boyunca birbirlerine takılmalar gırla gitti. En çok rahmetli Hüseyin Baş’ın muzırlıkları anlatıldı. Nurettin Yılmaz’ın içeriye gönderdiği dondurmalar da hayırla yad edildi. Ataol Behramoğlu’na sataşmalar içeride olduğu gibi önceki gece de hız kesmedi. Ataol Behramoğlu sonunda dayanamayıp “İşte bu huyunuz yüzünden ben içeride adiler koğuşuna geçmek için dilekçe vermek istemiştim” diyerek “adilikleri(!)”ni yüzlerine bir kez daha vurdu.
Kemal Anadol, gece saat ilerleyince gizli gündeme geçmek için olacak herhalde ha bire İstanbul’a dönecek gazetecilere “Geç oldu çocuklar vapuru kaçırmayın” deyip uyarılarda bulunuyordu. Sonunda gemi saatine epey olmasına rağmen onları yola vurdu. Otelde kalacak olan bizlere de “yorgunsunuz gidip dinlenin” demeyi ihmal etmedi. Odamıza çekilince bahçeden gelen seslerden politbüronun toplantısı bir saat kadar sürdü sanırım.
Benden duymuş olmayın ama bir dahaki toplantıyı Urla’da yapacaklarmış.