“Varoluş özden önce gelir.” Jean-Paul Sartre. “Amin’i 15 yaşımdayken tanıdım. Dingin 500 nüfuslu kasabamızda koruyucu bir ailenin yanında …
“Varoluş özden önce gelir.”
Jean-Paul Sartre.
“Amin’i 15 yaşımdayken tanıdım. Dingin 500 nüfuslu kasabamızda koruyucu bir ailenin yanında kalıyordu. Aynı otobüsle okula gidip gelirken arkadaş olduk. Onun kim olduğunu ve nereden geldiğini elbette merak ediyordum” diyor Danimarkalı yönetmen Jonas Poher Rasmussen. Yirmi yıl süresince Amin, Jonas’a geçmişini anlatmadı, çevresindeki insanlarla arasına mesafe koydu, özel yaşamının bilinmesini istemiyordu. Jonas 16 yaşındaki arkadaşının bu isteğine saygı duydu. Arkadaşlıkları geliştikçe Amin’in geçmişini hiç konuşmadılar, paylaşmadılar. Jonas radyo programcısı, Amin’de akademisyen oldu. Amin hazır olduğunu anlayınca Jonas’la anılarını paylaşmaya başladı.
Radyo belgeselleri yapımcısı olan Jonas, Flee’de (Kaçış) Amin’in Kabil’den Moskova’ya ardından Kopenhag’a gelişini radyo belgeseli tekniğiyle kaydetti. Bu gerçek öyküde Amin ve ailesinin güvenliği için isimler ve mekanlar değiştirildi. Jonas “Derin bir nefes al ve rahatla. Hikayeni daha önce anlattın mı ?” diyerek Amin’le konuşmaya başlar. Hayır, anlatmadım. Bana anlatır mısın ? En eski anını düşün. Amin Kabil’e doğduğu eve gider. Dört yaşındadır. “Her zaman biraz farklı olma eğilimim vardı. Kızkardeşimin elbiselerini giymekten hiçbir zaman çekinmedim. Altı yaşımdan beri erkeklerle ilgili fantezilerim vardı. İskambil kağıdı üzerindeki Anil Kapoor, duvarıma afişini astığım Jean-Claude van Damme bana göz kırparlardı. Bazı şeyler hakkında konuşmak zordur, hala zor. Ama onları aşmam gerekiyor” diyen Amin psikanaliz seansını andıran bu söyleşi de her şeyi anımsar.
Sevr Devrimi’nden sonra yeni rejim Amin’in babası Ahtar Nawabi ve üç bin kişiyi tutukladı, üç ay sonra Amin’in babası ortadan yok oldu. Sovyetler Birliği rejimi desteklemek için Afganistan’ı işgal etti. Savaşmak istemeyen Amin’in ağbisi Saif zorla orduya alındı. Sovyetler çekildikten sonra Mücahitler ve ordu Taliban’la savaştı. Ülkenin en karışık zamanında Amin, annesi, erkek ve kız kardeşleri Moskova’ya kaçtılar. Rusya’da komünist rejim çökmüştü, halk aç ve yoksuldu. Onları İsveç’te yaşayan en büyük ağbi Abbas karşıladı. Bir yıl Moskova’da çok zor koşullarda yaşadılar. Abbas, İsveç’te temizlikten kazandığı parayla ailesini birer birer kurtardı. Amin’in kızkardeşleri büyük bir travmadan sonra İsveç’e ulaştılar. Annesiyle Amin Estonya’da tutuklanıp Moskova’ya geri gönderildi. İnsan kaçakçıları onu Kopenhag’a yolladı.
Amin’in henüz çocukken çıktığı varoluş yolculuğu 40 yaşına dek sürdü. Danimarka’ya girerken yetim olduğu yalanını söylemek zorunda kaldı. Kabil’de gey olduğunu, Kopenhag’da geçmişini gizledi. Yozlaşmış Rus polisiyle, acımasız insan kaçakçılarıyla karşılaştı. Omuzlarında hep büyük bir yük taşıdı. Geri gönderilme korkusu o denli büyüktü ki -ailem yok, hepsi öldü- yalanını uzun süre söyledi. Çok hızlı büyümek zorunda kaldı, duygularını bastırdı.
Ülkesinden çocukken kaçtığı için Amin’in insanlara güvenmesi uzun zaman aldı. Huzurlu zamanlarını Danimarkalı kocası Kasper’la, kendisi gibi sığınmacı geçmişi olan ergenlik arkadaşı Jonas’la geçiriyor. Çocukken ülkesinden kaçtığı için insanlara güvenmesi uzun zaman aldı. Güvenli bir yerde bile o her zaman tetikte. Amin ve ailesi Avrupa’nın çeşitli kentlerinde yaşıyorlar.
Flee’nin senaryosu Jonas Poher Rasmussen ile Amin’e ait. Flee’nin salt bir sığınmacı öyküsü olmadığını belirtiyor Rasmussen: “İnsanın dünyadaki yerini bulması ve kendini keşfetmesi. Bu yeri bulduğunuz zaman özünüzü de buluyorsunuz”.
Yönetmen belgesel görüntüler ve animasyonu başarılı bir şekilde harmanlıyor. Amin’in travmaları siyah-gri renklerden, yüzleri belirsiz insanlardan oluşuyor. İsveçli besteci Uno Helmersson’un müziği etkileyici. Flee’nin yapımcıları Riz Ahmed (Sound of Metal) ile Game of Thrones’un yıldızı Nikolaj Coster-Waldau.