Öyle bir yerde ki Keçi Burcu, bir tarafında tam anlamıyla uçsuz bucaksız bir doğa manzarası, diğer tarafında kadim Diyarbakır’ın yapıları …
Öyle bir yerde ki Keçi Burcu, bir tarafında tam anlamıyla uçsuz bucaksız bir doğa manzarası, diğer tarafında kadim Diyarbakır’ın yapıları, tapınakları ve daracık sokakları… Boşuna değil Ahmet Güneştekin’in “Keçi Burcu, Sur’un gözüdür” demesi; gerçekten de gören gözlere çok şey gösteren bir yer burası ve bu yüzden de “Hafıza Odası”nın burada sergilenmesi çok manidar. Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’nın ev sahipliğinde Pilevneli tarafından açılan sergide hem Güneştekin’in daha önce başka kentlerde de sergilenen işleri var hem de burada ilk kez gördüğüm, Keçi Burcu’na özgü yerleştirmeler de.
Şurası bir gerçek: Diyarbakır, siyasetin çok canlı yaşandığı, halkın siyasi bilincinin çok yüksek olduğu bir kent. Nasıl olmasın bir yandan da, Tahir Elçi’nin hemen önünde katledildiği Dört Ayaklı Minare’nin ayaklarındaki kurşun izleri tokat gibi yüzünüze çarparken… Kentte geçirdiğimiz 48 saat boyunca, evet harika yemekler yedik (Diyarbakır mutfağı bir başka âlem), olağanüstü müzikler dinledik, halaylar çektik, dengbejleri dinledik ama bir yandan da göz ucuyla da olsa Diyarbakırlı kadınların “Irkçılık ve cinsiyetçiliğe” karşı düzenlediği mitingi gördük, sokakta oyun oynayan çocukların gözündeki umudu gördük, bir halkın kentine nasıl sahip çıkmaya çalıştığını gördük…
‘KIRIK KALPLERİ TELAFİ EDECEĞİZ’
Serginin açılışı dolayısıyla Diyarbakır’a gelen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun kentte gördüğü büyük ilgiye de tanığız. HDP Eş Genel Başkanı Prof. Dr. Mithat Sancar, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya ve Ahmet Güneştekin’in karşıladığı İmamoğlu, “İstanbul, Türkiye demektir. Türkiye’nin her yerinden insanlar yaşıyor İstanbul’da, Diyarbakır’dan gelip yerleşenler de çok elbette” diye başlayan bir konuşma yaptı ve şöyle devam etti:
“Ülkemizde fazla da uzak olmayan bir zamanda, huzuru, barışı, aynı olmayı, hep birlikte beraberce yeniden inşa edeceğiz. Hissettiklerim umudun çok ötesinde. Çünkü çok iyi biliyorum ki müreffeh bir ülkenin inşası ayrıştırmayı değil, birleştirmeyi gerektirir. Birleşmek için bir engelimiz var mı? Bu engelin olmadığını görmedik mi? İstanbul’daki iki seçimde de gördük. İstanbul’da başardıklarımızı, Türkiye’de de hep birlikte başarabiliriz. Kırık kalpleri, zedelenmiş güvenleri telafi etmek yöneticilerin görevidir ve göreceksiniz telafi edeceğiz de.”
‘SERGİNİN CİNSİYETİ KADIN’
Dönelim sergiye… Ahmet Güneştekin, “Hafıza Odası”nı Ekrem İmamoğlu ve eşi Dilek İmamoğlu ile gezerken şu ilginç sözleri sarf etti: “Eğer bir cinsiyeti olsaydı bu serginin, kadın olurdu. Çünkü her şey anneler ve kadınlarla ilgili bu sergide.” Gerçekten de özellikle Cumartesi Anneleri’ne vurgu yapan ve serginin en çarpıcı işlerinden biri olan “İnsan Uçup Giden Bir Kuş Değildir” başta olmak üzere kadın duyarlılığı, kayıplarla damgalanan acının temsili neredeyse her yere yayılmış Keçi Burcu’nda. Bu vesileyle bilmeyenlere hatırlatalım, bir Cumartesi Annesi’nin kayıp oğluyla ilgili sarf ettiği bir cümle “İnsan uçup giden bir kuş değildir”: İnsan Hakları Derneği’nin 600’ünü kayda aldığı ama muhtemelen 2 bin 500’e yakın kayıp olduğu göz önüne alınırsa, nereye uçtu gitti bu kuşlar, var mı bir anlatacak?
5 NO’LU CEZAEVİNE ATFEN
Serginin bir diğer çarpıcı ve açıkçası deneyimi de en zor olanı şüphesiz “5 No’lu” adındaki yaklaşık 50 metrelik dar, karanlık, klostrofobik tünel. Bilindiği gibi Diyarbakır’da en korkunç işkencelerin yapıldığı 5 No’lu cezaevi, toplumsal travmalarımızın en somut sembollerinden biri ve Güneştekin, bu tüneli tasarlarken en azından bu koridorda yürüyenlerin o acıların çok küçük bir ölçeğini, mesela o karanlık, soğuk ve daracık hapishanenin bunaltıcı atmosferini yaşatmak istemiş. Öte yandan tüneldeki tek ışık kaynağı olan ve her biri farklı bir renkteki neonların “Türkiye Türklerindir”, “Türkçe Konuş, Çok Konuş”, “Ne Mutlu Türküm Diyene” gibi cümleleri hatırlatması, serginin belki de en çok tartışılacak yanlarından biri.
‘KAYYUM ZULÜMDÜR’
“Bunları yaz hep gazatacı amca” diyor bindiğimiz taksinin sürücüsü. Yaklaşık 10 dakika boyuncu hiç susmayan şoförün dediği özetle şu: “Ne istiyorlar bizden… Hepimiz aynıyız, değil miyiz? Sen de insansın, ben de. Hep uğraşıp duruyor bunlar Diyarbakır’la. Bak bu kayyumdan önce her isteyen elini kolunu sallaya sallaya belediyeye girer, işini görür çıkardı. Şimdi yolları bile kapattılar. Kimse giremez… Kayyum zulümdür vallahi, kayyum zulumdür. Yaz ama bunları gazatacı amca, taksici amca böyle dedi diye yaz.”