Gazetemiz yazarı Barış Terkoğlu, “Biri bizi trend topik yapıyor” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Terkoğlu yazısında, Adnan Oktarcıların sosyal …
Gazetemiz yazarı Barış Terkoğlu, “Biri bizi trend topik yapıyor” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Terkoğlu yazısında, Adnan Oktarcıların sosyal medya paylaşımlarının arka planında neler yattığını anlattı.
Terkoğlu, Adnan Oktarcıların linç etmek istedikleri kişiler hakkında sosyal medya kampanyası düzenlediklerini ifade etti. Terkoğlu, “Oktarcıların sosyal medya hesapları üzerine yapılmış incelemede, kullandıkları sahte hesapların listesi çıkarılmış. Bu şekilde, en az 250 ayrı hesabın, tek merkezden kontrol edildiği görülüyor” dedi.
Terkoğlu’nun yazısı şöyle:
“Dikkat! Bu mesaj; tüm bakanlıklar, yüksek mahkemeler, ordu komutanlıkları, valilikler, savcılıklar, emniyet müdürlükleri, bazı kaymakamlıklar, kulüpler, dernekler, vakıflar, tüm basın kuruluşları ve özel radyo ve TV’ler başta olmak üzere 11 bin 793 yere faks ve posta ile gönderilmiştir.”
Elimdeki bildiri gibi sayfaların altında yukarıdaki not var. “Ne bu” diyeceksiniz? Bir zamanlar Facebook, Twitter yoktu. Hatta bilgisayarlar ya da telefonlar yaygınlaşmamıştı. Haliyle “Trend topik oldum”, “Beni stalklamışlar” gibi cümleler kurulmuyordu.
Ama sanmayın ki o zaman da bunlar olmuyordu. Sözünü ettiğim belgeler, Adnan Oktar grubunun çıkardığı “Siyasi Çizgi” gazetesinin sayfalarından. Önce bir hedef belirleniyordu. Ardından belden aşağı ifadelerle bildiri kaleme alınıyordu. Binlerce merkeze fakslanarak söz konusu kişiye vuruşlar “Türkiye gündemi” yapılıyordu. Bildiriler kendi gazetelerinde de yayımlanıyordu.
“Pezo Fatih göreve başladı”, “Hıncalan Uluç”, “Emrah Hattat’a hatırlatma”, “Tempo’da sapık seks üçgeni”, “Dinç Bilgin’in ‘Mutlu’suna hatırlatma”, “Ahmet Özal’a ikinci uyarı”…
90’lı yılların faks kâğıtlarından çıkma, içeriğinde çoğunlukla cinsel ithamların olduğu bildirilerin başlıkları bu şekilde ilerliyor. Oktarcılar, o yıllarda kendilerini eleştirenleri böyle vuruyordu. İftiralara, montajlı görüntüler de eşlik ediyordu.
Devir değişti, internet çağı başladı. Yöntem aynıydı. Araçlar farklılaşmıştı.
TALİMAT EDİRNE’DEN GELİYOR
Bunları neden mi anlattım?
Birer gün arayla benim, Barış Pehlivan’ın, Ayşenur Arslan’ın Oktarcılar tarafından sosyal medyada Türkiye gündemine sokulduğumuzu görünce merak ettim. Hayır, tek bir mesajı bile açıp okumadım. Merak ettiğim başkaydı. Nasıl oluyordu da üyeleri çeşitli cezalar almış, kimi firar etmiş örgüt, Edirne Cezaevi’nden verilen bir talimatla, bu işi yapabiliyordu?
Konuştuğum güvenlik yetkilileri, Oktarcıların bu yolla hem biz gazetecilere hem de “iktidara” mesaj verdiğini söyledi. Bize “Oktar yapılanmasını konuşmayın, yazmayın” diyorlardı. İktidara ise “Bakın biz de sizdeniz, sevmediğiniz gazetecilerle uğraşıyoruz” diyerek selam çakıyorlardı.
Gelelim asıl meseleye…
Oktarcıların yargılandığı dosyaların arasında, bu işin nasıl yürüdüğünün ipucu var.
Bir örnek üzerinden anlatayım…
Gruba yapılan 3. Dalga operasyonunda, sanık Kübra Kartal’ın bilgisayarında bulunan bir çalışma, yanıtı bulmamızı sağlıyor. Zira, davanın müştekisi B.K. hakkında, Oktarcılar bir sosyal medya çalışması yapmaya karar vermiş. Ardından B.K. hakkında açık kaynaklarda araştırma yapılmış. Google aramasında defalarca B.K’nin aradığı görülüyor. Bu sırada B.K’nin çeşitli fotoğrafları arşivlenmiş.
Gruptakilerin WhatsApp yazışmalarından hikâyenin devamı anlaşılıyor. B.K. gibi, davada müşteki olan kızlar arşivleniyor. Kimi mesaj kimi internet sitesiyle haklarında içerik oluşturuluyor. Özel hayatlarına dair, rahatsız edici pek çok ifade ve görsel kullanılıyor.
KORKUTMA, YILDIRMA KAMPANYASI
Bu sırada, grubun yurtdışındaki yöneticileriyle yapılan yazışmalar dikkat çekiyor. Sosyal medya linci başlatılacak kişi için tarih ve saat belirleniyor.
Mesela, 20 Aralık 2019 tarihli mesajlaşmada, A.A. için yapılacak kampanya için “yarın 14.00” yazılmış. Türkiye gündemine girecek etiket ise “HepsiYalanÇıktı” olarak belirlenmiş.
Örneğin, yazışmalarda “Seo programını bilen var mı” sorusu dikkat çekiyor. Oktarcılar bu programı kullanıyor. Bu şekilde, yapılan çalışma Google’da en üst sıralara çıkarılıyor. Böylece, hedef alınan şahıslar Google’da aratılınca, saldırdıkları içerik yukarılarda görünüyor.
Bir yazışmada, yaratılmış içeriğin 246 bin kişiye gösterilmesi nedeniyle, “Maşallah Elhamdülillah” mesajlarının paylaşıldığı görülüyor.
Biz bu tür saldırılara alışkınız. Ancak grup, bu yolla, kendilerinden şikâyetçi olanları yıldırmaya, korkutmaya çalışıyor. Zaman zaman da başarıyor. Elbette bütün bunlar gerçek kişiler değil, sahte hesaplar üzerinden yapılıyor.
SAHTE HESAP LİSTESİ
Oktarcıların sosyal medya hesapları üzerine yapılmış incelemede, kullandıkları sahte hesapların listesi çıkarılmış. Bu şekilde, en az 250 ayrı hesabın, tek merkezden kontrol edildiği görülüyor.
Kim bu hesaplar derseniz, aslında dava dosyasından, sahte hesapları kimlerin yönettiği de görülebiliyor. Sanıklardan Raif Ergin’in bilgisayarından çıkan belgede, isim isim yazıyor. Her bir gerçek kişi üzerine, bir sahte hesabın yaratıldığı okunuyor.
Özetle…
Yapılan çalışmalara göre bu eylemin talimatı bizzat Oktar’dan geliyor. Ardından hedef alınan kişi hakkında içerik oluşturulması ve sosyal medyada Türkiye gündemi yapma gerçekleşiyor. Bu sırada, bu işleri yapan bazı aracılara da para ödenerek birkaç saat gündemde kalınması sağlanıyor. Operasyondan bu yana, yani dört yıl süresince, bu iş için aracılara ödenen paranın, 7-8 milyon lira olduğu düşünülüyor.
SOSYAL MEDYA LİNCİNE ÇÖZÜM
Sosyal medya bir özgürlük alanı. İnsanlar haber alıyor, tepkilerini gösteriyor, kamuoyu oluşturuyor. Ancak bu özgürlük alanı, FETÖ ya da Oktarcılar tarafından ya da iktidar yanlısı trol ordularınca kötüye kullanılabiliyor. Örnek olsun, Sedef Kabaş gibi hapsedilen gazeteciler için de “tutuklayın” kampanyası, sosyal medya çeteleri tarafından büyütüldü.
Bu yapıların itibar suikastı yaptığı mesajlar şikâyet edildiğinde ne mi oluyor? Hem iktidar yanlısı troller hem Oktarcı ya da FETÖ’cüler, sahte hesaplarla iş tuttuğu için, mağdurlar ile Twitter, Facebook, Instagram karşı karşıya geliyor. Bu şirketin avukatları, aslında ifade özgürlüğünü ortadan kaldıran bu saldırıları, “ifade özgürlüğü” diyerek savunuyor. Mağdurlarsa, bu saldırılarla asıl kendi ifade özgürlüklerinin ortadan kaldırıldığını anlatmaya çalışıyor. İlk çözüm, milyarlarca dolara hükmeden sosyal medya şirketlerinin, organize saldırı içeren çete oluşumlarını, belirli yazılımlarla engellemesi gibi görünüyor. Söz konusu iktidardaki birine hakaret şüphesi olduğunda, tespit yarışına giren devlet kurumları ve yargı organları, sıra vatandaşa yönelik çete saldırılarına geldiğinde görmez, duymaz, konuşmaza dönüşüyor. Haliyle, hepimiz biliyoruz ki, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın bahsettiği yasa, güçsüz ama mağdur olanlara bir fayda getirmeyecek.
Çokluk bir sayı değil, bir durum. Organize bir kalabalık, suçun da ahlakın da kurallarını yeniden tanımlayabilir. Yerde yatanı tekmeleyerek öldürebilir. Peki, özgürlüğü savunanlar ne zaman çokluk olacak?