ABD’li sinemacı Paul Thomas Anderson radarımıza ilk 1997 tarihli filmi “Boogie Nights” ile takılmıştı. Öncesinde çektiği “Hard Eight” adlı bir …
ABD’li sinemacı Paul Thomas Anderson radarımıza ilk 1997 tarihli filmi “Boogie Nights” ile takılmıştı. Öncesinde çektiği “Hard Eight” adlı bir filmi daha vardı ama hem çok etkili bir film değildi hem de sinemalarda vizyona çıkmamıştı; en azından Türkiye’de. “Boogie Nights” 90’ların en iyi filmlerinden biri olarak hafızalarımıza kazındığı gibi PTA’in de kuşağının en parlak sinemacılarından biri olduğuna hemen ikna olmuştu sinema çevreleri. Gerçekten de kariyeri boyunca hep kendi istediği filmleri, kendi istediği şekilde çeken, zaman zaman Hollywood’da istenmeyen adam ilan edi,len ama hiçbir zaman büyük franchise’lara, dev bütçeli çizgi roman uyarlamalarına yüz vermeyen sinemacı hala Hollywood’un en güçlü isimleri arasında şüphesiz. Her yaptığı merakla beklenen, en tartışmalı filmi bile belli bir seviyenin altına düşmeyen nev-i şahsına münhasır bir yönetmen kendisi ve son filmi “Licorice Pizza” da yine yılın en iyileri arasında gösteriliyor elbette.
1973 yılında San Fernando Valley’de (Los Angeles) geçen “Licorice Pizza” aslında hem PTA’in favori dönemlerinden birinde geçiyor (tam da “Inherent Vice” ile “Boogie Nights” arasında bir dönem) hem de yine çok sevdiği büyüme, kendini bulma (bazen de tamamen kaybetme) temaları etrafında geziniyor. Tabii ki San Fernando Valley’in de yine yönetmenin 9 filminin 3’üne evsahipliği yaptığını da unutmayalım; belli ki Güney California PTA’in sevdiği bölgelerden. Her ikisi de ilk filmlerinde rol alan Alana Haim ve Cooper Hoffman ikilisinin merkezinde yer aldığı “Lİcorice Pizza” okul yıllığı için fotoğraf çektirmeye giden 15 yaşındaki Gary’nin kendisinden 10 yaş büyük fotoğtafçı asistanı Alana’nın peşine takılıp onu yemeğe davet ettiği uzunca bir yürüyüş sekansıyla açılıyor. Bundan 20 yıl önce yaşadığı yere yakın bir okulda buna benzer bir sahneye tanık olduğunu anlatan PTA “Ya o kadın o çocukla yemeğe çıksa, ne olurdu?” diye sormuş kendine ve bunu bir başlangıç noktası olarak işaretlemiş kafasında. Az önce de bahsettiğim gibi, film tam bir büyüme öyküsü, bir kendini bulma macerası ama ilginç bir şekilde hikayede büyüyen, daha da önemlisi kendini bulma macerasını yaşıyan karakter 15 yaşındaki Gary değil, 25 yaşındaki Alana. Bu da açıkçası filmi her nasılsa daha derinlikli ve daha boyutlu kılmış; en azından tersi olsa nasıl olurdu diye düşündüğümde bu kanıya vardım, bilmem siz ne düşünürsünüz?
ALANA VE GARY’NİN İMKANSIZ AŞKI
Gary filmin başından beri hep ne istediğini bilen, kafasına taktığı şeyi gerçeğe dönüştürmek için inat eden ve nihayetinde aşına sonuna dek bağlı, hayallerine her daim sadık kalan karakter olarak çıkıyor karşımıza. Zaten çocuk denecek yaşta rol aldığı bir TV dizisi sayesinde az da olsa şöhreti tanımış ve kendine güveni büyük ölçüde erkenden gelişmiş bir genç Gary (ki PTA’in uzun zamandır tanıdığı ve benzer girişimleriyle hep etrafında olay yaratan Gary adlı gerçek birinden ilhamla yaratılmış bir karakter). Alana ise katı kurallar çerçevesinde yaşayan musevi bir ailenin üç kızının en büyüğü ve ailesinden kurtulmakla hayatını kurmak arasında sıkışmış; bulacağı uygun yahudi bir gençle yaşayacağı aşkın onu silik hayallerine kavuşturacağına inanan bir genç kadın. Filmin romantik komedi formuna yaklaştığı anlarda izleyici bir yandan Gary ve Alana arasında filizlenmesi an meselesi gibi görünen ama bir türlü rayına girmeyen ilişkiyi izlerken, bir yandan da kendi hayatını biçimlendirmek için önüne çıkan her fırsatı (bu bir gün genç bir politikacı adayı, bir başka gün ünlü bir film yıldızı, hatta bir sahnede ateist bir musevi oyuncu olabiliyor; ona olan aşkını ilk günden beri gizlemeyen Gary’nin çektiği tüm acılara rağmen) değerlendirmekte acele eden bir genç kadının bocalamalarını izliyor. Tüm bunlar olup biterken hem Gary’nin birbirinden ilginç ve akla uzak gibi görünse de işe yarayan girişimlere gözü kapalı atladığını görüyoruz (bu bir dönem su yatakları satmak olurken, bir dönem örneğin pinball salonu açmak oluyor) hem de dönemin politika ve sinema dünyasından renkli karakterlerin baş gösterdiği sahneler eşliğinde zamanın ruhuna tanıklık ediyoruz.
William Holden’den mülhem Hollywood yıldızı Jack Holden rolünde Sean Penn, yönetmen Rex Blau rolünde (o da Kanadalı sinemacı ve yapımcı Mark Robson’dan mülhem) efsanevi şarkıcı ve oyuncu Tom Waits, genç politikacı Joel Welch rolünde Safdie Biraderler’in oyunculuk da yapanı Benny Safdie ve Barbara Streisand’in sevgilisi, yapımcı Jon Peters rolünde Bradley Cooper yukarıda bahsettiğim renkli karakterleri canlandıran ve filmin unutulmaz sahnelerinden bazılarına damga vuran isimler. Ama açıkçası filmin asıl yükünü taşıyan Alana Haim ve Cooper Hoffman ilk filmlerinde sergiledikleri güçlü performanslarla yılın keşifleri arasında anılmayı hak ediyorlar. Şarkıcılık kariyeri ile tanınan Alana Haim (kız kardeşleri ile Haim adlı bir pop rock grupları var) partneri Hoffman’a göre daha inişli çıkışlı bir karakteri canlandırmasının da etkisiyle biraz daha öne çıkıyor doğrusu ama babası Philip Seymour Hoffman’ı fazlasıyla akla getiren (hatta bir sahnede, iki parmağını gözünün üstüne getirerek telefonda konuştuğu bir anda açık açık babasının “Magnolia”daki bir sahnesine selam yolluyor gibi geldi bana) 2003 doğumlu Cooper Hoffman’ın yolunun da çok ama çok açık olduğunu hissetmemek mümkün değil.
Salonlarda izleme fırsatınız varken “Licorice Pizza”yı izleyin derim; sadece yılın en iyi filmlerinden birini değil, muhtemelen kendinizi iyi hissederek salondan ayrılacağınız ve kendi gençliğinize dair duyguları da yeniden yaşayacağınız bir film izlemiş olacaksınız. Meraklısına son bir not: adını Güney California’da bulunan ve çoktan kapanmış bir plak dükkanları zincirinden alan filmde ne meyankökü (Licorice) var ne pizza ne de söz geçen plak dükkanları… “Ama” diyor PTA, “bu iki sözcüğü birlikte duyunca ağzımın suyunun aktığını ve çocukluğuma döndüğümü hissediyordum. Bu yüzden bu adı koydum”
FİLMİN NOTU: 9/10